Aşağıdan gelen çığlıklar ve tepemden gelen seslerle irkilerek uyandığımda saat 10.07’ydi. Üstüme bir palto alarak nelerin döndüğüne bakmak için kapıyla eşik arasına bir terlik koyarak aşağıya indim. Aşağıya indiğimde herkesin yukarıya baktığını görünce kıyametin koptuğunu ve İsa Mesih’in göklerden yere indiğini sandım fakat gözlerimi yukarıya çevirdiğimde bunun sadece bir intihar vakası olduğunu anladım. Zaten ortada ne sur sesi vardı ne de yeryüzüne inen bir İsa. Kıyametin bugün de kopmadığını fark ettim ve her gün ettiğim duanın yine gerçekleşmediğini görünce içime oturan gelecek kaygısının biraz daha arttığını hissettim. Göğsümün ortasında resmen at gibi oturan gelecek kaygısını ve “Senin bu halin ne olacak?” diye bağıran iç sesimi bir kadının cırtlak çığlığı bastırdı. Düşüncelerimden kurtulup yeniden gökyüzüne baktığımda evimin tepesindeki kişinin alt komşum Hüseyin olduğunu fark ettim. Hüseyin, anne ve babadan yoksun olarak büyüyen, içindeki okuma aşkı hiçbir zaman bitmeyen bir çocuktu. Rus edebiyatını çok seven ama Türk edebiyatından da kopamayan, soframın en neşeli misafirlerinden biri olan Hüseyin’in neden böyle bir şey yapmaya çalıştığına anlam veremediğimi düşünürken kalabalıktan hızlı bir şekilde ayrılarak merdivenleri adeta tırmanmaya başladım. Teras katına vardığımda kahverengi boyalı demir kapının kilitlendiğini, kapının eski olmasına rağmen tekmelerime dayandığını görünce terasın anahtarının bütün apartmanda olduğunu hatırlayarak bir kat aşağıdaki evime indim. Havanın rüzgârlı olmasına karşın kapı ile eşik arasına koyduğum terlik işe yaramıştı. Bana zaman kazandıran bu olayla kendimle övünürken bir yandan da anahtarı arıyordum. Anahtarı her şeyimi attığım ıvır zıvır dolu olan çekmecemde buldum. Anahtarı alıp terasa doğru koşarken bu sefer terliği koymadığımı fark ettiğimde her şey için çok geçti. Rüzgâr ani bir hızla kapımı kapamıştı. Kapıyla benim aramda olan bu kavgayı kaybettiğimi görünce göğsümdeki atın yanına bir de koskocaman bir fil oturdu ama filler asla unutmazdı. Kapıyla kavgamı daha sonraya bırakarak teras kapısının anahtarını takıp iki adet kilit sesini duyduktan sonra Hüseyin’in yanındaydım. Hüseyin, oluşan sesle birden arkasına döndü ve benim burada ne işimin olduğunu sordu. İnsanları kurtarmak için sadece peygamberlerin gelmediğini, buraya onu kurtarmak için geldiğimi ve kapıyı anahtarla açtığımı söyledim. Yüzündeki şaşkın ifadesine karşın neden böyle bir şey yapmaya kalkıştığını sordum. Cevaben hayattan çok sıkıldığını ve hayatın ona adil davranmadığını söyledi. Bu yavan cevap beni hiç memnun etmedi. Bana daha makul bir sebep sunmasını söyledim. Hüseyin yüzüme boş boş bakarak “Hayata annesiz, babasız başladım. 7 yaşımda terzinin yanında kendimi buldum. Kazandığım parayı Tolstoy’a, Dostoyevski'ye yatırdım. Parasızlıktan zor bitirdiğim liseden sonra kazandığım yüksek puana rağmen üniversiteye gidemedim. Bunlar yetmiyormuş̧ gibi gittim bir kızı sevdim. O da bana yüz vermedi. Ben daha yaşamak istemiyorum.” dedi. Göğsümün ortasındaki gelecek kaygısının Hüseyin’in konuşmasından sonra şahlandığını fark ederek atımı dizginlemeye çalıştım ve ağzımdan ne çıktığını bilmeyerek “Bak Hüseyin, ikimizde de gelecek kaygısı var ama ben şu yarınlardaki umudu merak ettiğim için intihar edemiyorum. Hem kazanmam gereken kavgalar var. Hem hayat kavgası hem de kapı kavgası. Biliyorum dünya çok adaletsiz bir yer oldu. Sanmıyor musun ki Muhammed düşünmüyordu, kendisi öldükten sonra İslam’a ne olacağına dair bir gelecek kaygısı gütmüyordu? Böyle bir dünyada kendisinden sonra bıraktığı mirasa nasıl bakılacağına dair bir kaygı. Bu dünyada İsa’yı çarmıha germiş̧, Ali’yi hançerlemiş̧, küçük kızları diri diri toprağa gömmüşler. Evet, dünya kötü ve kontrolden çıkmış ama bu dünyayı iyileştirecek kişi sensin belki de. Belki seni hançerlemek isteyenler olacak, seni belki toprağa değil ama tarihe gömmeye çalışanlar olacak. Beynindeki düşüncelerini çarmıha çivilemeye çalışacaklar ama sen pes etmeyeceksin. Düşüncelerini hayata uygulayıp Orta Doğu’ya barışı sen getireceksin. Kapitalizmi sen yıkacak, dünyadaki açları sen doyuracaksın. Belki de…”


Cümlemi bitirdiğimde Hüseyin ikna olmuşa benziyordu. Elimi uzattım. Tuttu. Hüseyin’i kurtarıp Orta Doğu’ya barışı getirmiştim belki de. Teras kapısından geçerken yukarı iki polisin geldiğini fark ettim. Sanırım ifadesini alacaklardı. Hüseyin’i kurtarmıştım belki de ama gelecek kaygım devam ediyordu ve kaygıların en başında ben eve nasıl girecektim sorusu geliyordu. Elimde sadece teras kapısının anahtarı vardı ve kapı kapalıydı. Kapı bana bu kavgayı hiçbir zaman sen kazanamayacaksın der gibi bakıyordu ama bu savaş daha yeni başlıyordu.