Ve yine yeniden… 70’ler Türkiye’sine bakış olarak benim defalarca ve her seyredişimde farklı detaylar gördüğüm bir filmle geldim. Eminim aramızda izlemeyen çok azdır, izlemeyenlere şiddetle öneriyorum. Ben galiba şu girişi pek yapamıyorum ya :) olaylara bodoslama dalmakta bir numarayım. Neyse uzatmayayım…
Ülkelerin dönem dönem içinde bulundukları siyasi, ekonomik ve sosyal yapılar o ülkenin toplumunun yaşantısını doğrudan etkiler. Toplumun dinamiklerinin, değerlerinin, hatta olaylara karşı verdiği tepkilerin değişimi bu etkinin en bariz örnekleridir. Toplum üzerindeki bu değişimleri göstermek ve anlatmak; yeri geldiğinde övmek ve yermek de sinemanın, edebiyatın, müziğin kısacası sanatın kaçınılmazıdır. Filme alındığı dönemin sorunlarını en iyi şekilde yansıtıp bu sorunlara kendince bir çözüm getiren 1976 yapımı “Kapıcılar Kralı” filmi de 70’ler Türkiye’sindeki siyasi, ekonomik ve sosyal durum göz önünde bulundurularak ele alınabilir. Film hakkında çıkarım yapmadan önce 70’ler Türkiye’sine göz atmak, o dönem ve film arasındaki bağlantıyı sağlıklı bir şekilde kurabilmek açısından gerekli. 1971’de gerçekleşen askeri muhtıra ve siyasetteki çalkantılı süreç halkı derinden etkiledi. Halk hemen her konuda kutuplaştı ve insanlar nedenini bilmeden birbirinden nefret etmeye başladı. Sürekli değişen hükümetler ülkenin geleceğini karanlığa sürükledi. Halkta günü kurtarma, kolay yoldan zengin ve statü sahibi olma isteği oluştu. Üniversitelerde ve işçi sınıfında artan sol fikirlere karşı sağ ve İslamcı fikirler güçlendi. Polis-öğrenci, polis-işçi çatışmaları yaşandı. Televizyonun yaygınlaşması siyasetteki nefret ve ötekileştirmeyle birlikte sokaktaki şiddeti insanların evlerine kadar taşıdı. Kentli-köylü, işçi-patron gibi sosyolojik temelli sınıflar oluştu. Toplumun her kademesinde siyasallaşmanın ve taraftarlığın baş gösterdiği dönemde sanatçılar da sağ ve sol olarak ayrıldı.
Kapıcılar Kralı filmi de ülkenin içinde bulunduğu bu atmosferi sol bir anlatıyla bize gösteriyor. Lakin film bunu kuru bir şekilde yapmaktan kaçınarak bu durumu bir metafor üzerinden gözler önüne serip mizahla harmanlıyor. Filmde göreceğimiz apartman bir Türkiye metaforu olarak karşımıza çıkıyor. Bu apartmanda yaşayanlar Türkiye toplumunu ve burada yaşanan olaylar da o dönem memlekette yaşanmış meseleleri konu ediniyor. Filme de bu açıdan bakacak olursak önce karakterleri, ardından da burada gerçekleşen olayları tarihsel düzlemde ele alabiliriz. Apartmanın kapıcısı olan ana karakterimiz Seyit'in, ailesiyle birlikte Anadolu'dan İstanbul'a çalışmak için göç ettiğini, diğer apartman sakinlerinin kendisine "köylü" ya da "çarıklı" olarak seslenmelerinden anlayabiliyoruz. Şehirde hayatta kalmaya çalışan Seyit, çalıştığı apartmanın temeline otuz bin lira hava parası ödemiş ve gırtlağına kadar borca batmış durumda. Borcunu ödeyebilmek için de karısı ve çocuklarıyla çaresiz bir şekilde durmak bilmeden çalışıyor, kendisine gelir sağlayabilecek her koşulu değerlendirmeye çabalıyor. Apartmandaki kiracılar da Seyit’in bu durumundan faydalanıyor, onu sürekli apartmandan attırmakla tehdit edip âdeta bir köle gibi kullanıyorlar. Onlara göre Seyit, kendilerinden daha aşağı bir konumda olan köylünün ve cahilin teki. İşin ilginç tarafı Seyit de bu sınıfsal ayrımın farkında ama buna dair bir kabullenişi var. Bu kabullenişi, oğlu ders çalışırken ona kızıp “Sanki apartman yöneticisi mi olacaksın pezevenk” demesinden ve yeni doğacak çocuğunu inşaat halindeki apartmana kapıcı olarak vermeyi hayal edişinden anlayabiliyoruz. İnsanlar arasındaki sınıfsal ayrım o kadar keskin ki hayallerinde ve düşüncelerinde dahi bu sınırı geçemiyor Seyit. Bunlara rağmen o saf biri değil, aksine kurnaz ve zeki. Apartmanın her sorunuyla ilgilendiği için kendisi olmadığı takdirde apartmanın dinamiklerinin bozulacağının farkında. Aynı zamanda apartmanın anahtarları onun elinde olduğundan kendini apartmanın gerçek sahibi olarak görüyor. Bunları göz önünde bulundurduğumuzda Seyit’in Türkiye toplumundaki işçi sınıfını temsil ettiğini rahatlıkla söyleyebiliyoruz. O dönemde ülkenin kilit taşı olmasına rağmen hak ettiği değeri göremeyen işçi sınıfının maruz kaldığı sınıfsal ayrım ve emek sömürüsü, Seyit'te ete kemiğe bürünmüş durumda. Apartmandaki diğer karakterleri inceleyecek olursak Fehmi Bey apartmanın ilk yöneticisi. Fakat ne apartmanı ne ailesini yönetmekte başarılı. 70’lerin hükümetleri gibi... Sıkı ve disiplinli olan Zafer Bey, Fehmi Bey’den sonraki yönetici ve kendisine Albay olarak sesleniliyor. O da Türkiye’deki askeri simgeliyor. Makbule Hanım apartmanda olan biten her şeyi öğrenme çabasında. Seyit de bu yönünden ötürü onu haber ajansına benzetiyor. O da Türkiye’deki medyayı simgelemekte. Nuri Bey, iş için sürekli Almanya'ya gidip gelen bir tacir. Nuri Bey de bu yönüyle Türkiye’deki iş adamlarını sembolize ediyor. Apartmanda doktor, müdür, memur gibi sakinler de var. Bunlar da o dönem Türkiye’sindeki temel gruplara karşılık geliyor. Bu karakterler dışında, apartmana amaçları orayı soymak olan hırsız bir çift taşınıyor. Bu soygunu yapabilmeleri için de apartmanın her şeyinden sorumlu Seyit’i uyutup apartmanın anahtarlarını almaları gerekli. Bu hırsızlardan erkek olan kendini polis olarak tanıtıyor. Senaryonun sol bir görüşle yazılmasından dolayı bu tanıtım bir hiciv niteliğinde. Polis, o dönemde gerçekleşen sol görüş temelli eylemleri şiddet kullanarak bastırmaya çalışıyor ve çatışmalar yaşanıyor. Senarist de polisi bu şekilde lanse ederek eleştiriyor. Olay örgüsüne gelecek olursak film, Seyit’in rutininin gösterimi ve apartman sakinlerinin tanıtımıyla başlıyor. Bu kısımda Seyit’in nefes dahi almadan karısı ve çocuklarıyla birlikte apartmana hizmet ettiğini görüyoruz. Filmdeki ilk kırılma anı, tacir Nuri Bey’in karısını dövmesi ve apartmanın huzurunun kaybolması. Apartman sakinlerinden Albay, yönetici Fehmi Bey’i bu sorunu çözmesi için sıkıştırıyor hatta beceremediği takdirde istifa etmesini istiyor. Fehmi Bey, kapısını çaldığı Nuri Bey’den azar yiyip tehdit edilince dayanamıyor ve istifa ediyor. Yeni yönetici Albay oluyor. Seyit bu durum karşısında üzgün çünkü zaten zor olan vazifesi daha da zorlaşıyor. Albay, Seyit’in üzerinde yoğun bir baskı kurup onun en temel haklarını bile elinden almaya çalışıyor. Bu olay bariz bir şekilde, 1971 muhtırasıyla çeşitli olaylar sonucu değişen hükümetlerin yerine ordunun geçişi ve bu durumdan en çok zarar görenin toplumun alt kesimleri oluşunu sembolize etmekte. Filmin devamında apartmandaki ahlaki çöküşe de tanıklık ediyoruz. Dolandırıcıların apartmana taşınması, tacirin karısını dövüp onu aldatması, Makbule Hanım’ın -medyanın- apartmandaki sorunlarla ilgilenmek yerine magazinsel olayları kovalaması ve gerçeği kasıtlı olarak çarpıtması, Albay’ın Seyit’in haklarını çiğnemesi, bir sakinin devamlı sarhoş olması… Tüm bu ahlaksızlık apartmanda ulu orta yaşanıyor. Seyit’in “Bu devirde gizli pezevenklik yapan kaldı mı?” sözünden ahlaksızlığın ve utanmazlığın insanlar tarafından benimsendiğini, üstelik toplumun her kademesinde yaşandığını görüyoruz. Hikâyenin devamında Albay’ın apartmana Seyit için yangın tüpü getirmesini ve tatbikata hazırlıklı olmasını emrettiğini izliyoruz. Seyit de tatbikat için Albay’ın ne zaman vereceği belli olmayan işaretini bekliyor. Uyku dahi uyumuyor çünkü Albay onu apartmandan attırmakla tehdit ediyor. Alarmın beklemediği bir anda çalmasıyla üzerindeki baskıya artık dayanamayan Seyit, yangın tüpünü aldığı gibi apartmandakilerin üzerine boşaltıyor. Bu olaydan sonra apartmandakiler Seyit’i attırmaya karar veriyor ve ona burayı terk etmesi için on beş gün süre tanıyorlar. Bu esnada dolandırıcılar da apartmanın anahtarlarını ele geçirmek için bir kaos yaratmaya karar veriyor. Seyit hırsız kadının evine gittiğinde kadın ona soyunmasını söylüyor, ardından Seyit’in kendisinin ırzına geçtiğini tüm apartmana bağırıyor. Apartmandakiler Seyit’i yakalıyor fakat Seyit buradaki dalavereyi fark ediyor ve dolandırıcıları yakalatarak apartmanı soyulmaktan kurtarıyor. Yine de apartmandakiler onu attırmakta ısrar ediyor. Filmin sonunda, bir bayram günü, Seyit bir haber vermek için onu attırmaya çalışan apartman sakinlerini evine çağırıyor. Seyit’in dişinden tırnağından arttırdığı parayla apartmanın yüzde 51 hissesini satın aldığını öğrenen sakinler, bu haber karşısında şaşırıyor. Yöneticiliği kaldıran Seyit, kapıcılığı da yine kendi yapmaya devam ediyor. Bu değişimden sonra apartmandakiler Seyit’e “insan” gibi davranmaya başlıyor ve apartmandaki gürültü patırtı son buluyor. Apartmandaki kargaşa, kaos ve ayrımcılığa yani Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma, senarist çözüm olarak sol temelli işçi devrimini getirmiş bulunuyor. Seyit’in bu duyuruyu bir bayram günü yapması da bu devrimi olumlamaya yönelik bir araç olarak kullanılıyor. Seyit’in apartmanın kapıcılığını yapmaya devam etmesi ve “Kapıcılık mesleğimizdir çok şükür.” demesi, işçinin bu devrimle hor görülen ve ezilen bir sınıf olmaktan çıkmasını ve kendisi olarak toplumun üst katmanları tarafından saygı değer bir konuma yükselişini ima ediyor.