Uzunca bir süredir ertelemeye çalıştığım, bazen de görmezden geldiğim; içimdeki karanlık nihayet beni ziyarete geldi. Uzun zamandır karşılaştığım ve yaşadığım zorluklara rağmen düşmemeye çalıştım. Çünkü biliyorum ki; bir kez düşmeye başladı mı insan bunun sonu gelmiyor. Ama en nihayetinde ne kadar kaçsam, düşmemeye çalışsam da sonunda o çukurdayım. Ve böyle bir çukurda insan kolaylıkla umutlarını yitirebilir. *"İçimde canımı yakan, adını bilemediğim bir duygu var; sinirlerimde istek yok. Bilinçaltımda hüzünle doluyum." Gündüzleri her şey yolundaymış gibi rol yapan, bir sahtekarı oynuyorum.


Geceleri, ah geceler… bitmek bilmeyen ıstıraplar baş göstermeye başlıyor. Beynimin kıvrımlarında meydana gelmiş; mantıklı ya da mantıksız, birbiriyle alakalı ya da değil her türlü düşünce ve endişeler dört bir yandan taarruza geçerek saldırıyorlar bana. Öyle ki her biri ellerindeki keskin bıçaklarla zihnimin farklı noktalarında kesikler açıyor.


Önceleri bu saldırılarla karşılaştığımda; iyi güzel anılara tutunuyor, arkadaşlarım ve sevdiklerimle olan mutlu anların varlığı onlarla savaşmam için bana güç veriyordu. Oysa şimdilerde böyle mutlu ve güzel anılar; kaybettiğim ve bir daha konuşma imkanımın olmayacağı arkadaşlıkların, dostlukların yağmalanmış bölük pörçük anılarına dönüştüler. Savaşmam için gereken gücü bana sağlayamıyorlar. Karanlığa yenilmeye başladığınızda ise ışığın varlığını biliyor olmanız bir işe yaramıyor. Hatta uzanıp ışığı tekrar serbest bırakabileceğiniz noktayı bilseniz de o gücü ve kudreti kendinizde bulamıyorsunuz. Karanlıkta kalmaya devam ettikçe de ona alışıyor ve sanki ışık hiç var olmamış gibi kanıksayabiliyorsunuz.


Bunca zaman sonra fark ettim ki bir şeyleri biliyor olmak veya farkında olmanın hiçbir işe yaramadığı zamanlar var ve böyle anlarda keşke daha az şey biliyor ve fark edebiliyor olsaydım da bu kadar çaresiz hissetmeseydim diye düşünüyor insan...


*Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı

Fotoğraf: https://marlocruzlight.com/