Karanlık, belki de insanın hayatında hiç değişmeyen tek şey. Zamansız, mekansız, bütün o renklerin ve canlılığın uzağında, başka bi dünya gibi. Boş bir tuval karanlık, üzerine çizdiğin desenleri yutmasından belki de kara delik aslında. Renkler oldukları yerlere göre başka anlamlara, başka kişiliklere bürünebilir. Ama karanlık hep aynı kişi. Hem odanın duvarlarına sinmiş bir canavar, hem de o canavardan saklanmak için kafana çektiğin battaniyenin içi. Canavarı görmemek için kapattığın gözlerin bile siyah bir duvara bakan pencerelerden ibaret. Belki de bu yüzden ondan bu kadar çok korkuyor kimisi; kimse yokken bile yanımızda olduğu için. Bizi en çirkin, en zayıf, en savunmasız anlarımızda görebildiği için. İçimizi herkesten daha iyi bildiği için. Ona yalan söylemek mümkün olmadığı için. Bu ışıksızlığı kusurlarına bir perde, sorunlarını unutabileceği, herkesten uzak ve huzurlu bir sığınak olarak görenler de var. Yakın bir zamana kadar onları hiç anlayamıyordum. Anılarımın neredeyse tamamında bulanık birkaç yüz; ne söylendiği anlaşılmayan birkaç konuşma gezinir. Bir de eski evimizin duvarları belirir bir yerlerde. Hala ne zaman gözlerimi kapatsam, cam kenarından izlediğim, ben birazdan ışıkları kapatıp gitsem de uyanık kalmaya devam edecek olan şehri çok net görebilirim zihnimde. Binalara baktığımda sadece duvarlar ve pencereler gördüğüm zamanlara ait bu anılar, her evin içinde kendiminkine benzer ailelerin yaşadığını zannettiğim dönemlere. Evimizin karşısındaki binada bazı geceler gözüme takılan, hiçbir penceresinden ışık süzülmeyen duvarların görüntüsü beni üzerdi. Farkında olmadan ışıkların açık oluşunu, hayatımda sevdiğim ne varsa onunla özdeşleştirmiş olmalıyım. Bahar kendini biraz olsun belli ettiği an yapılan piknikler, neden bilmesem de her şeyin yolunda gittiğini hissettiren güneşin o sıcaklığı, parlaklığı; doğum günlerinde, pastanın üzerine yerleştirilmiş birkaç küçük mumun yaydığı cılız ışık, uzaktan bakınca yan yana dizilmiş incilere benzeyen sokak lambaları... Bütün bu küçük anları birbirine bağlayan tek şey karanlığın orada olmayışı. Nedense hayatımın önemli günlerini bu kadar canlı hatırlayamıyor ve de kendimle ilgili olan hiçbir şeyi gözümün önüne net bir biçimde getiremiyorum.
Sanki ben büyüdükçe çocukluğum siliniyor. O zamanlar için, her gün okula gidip gelirken görmekten sıkıldığım o kaldırım taşlarını, sokak tabelalarını şimdi gidip baksam yerinde bulamayacakmışım gibi bir his bu. Halbuki bütün bir çocukluğu aynı sokaklarda, aynı duvarların arasında, aynı kişilerle geçtiğinde; sonsuza kadar o yerde yaşayacağından emin bir halde hayatına devam ediyor insan. Dünya sadece senin içinde bulunduğun yer kadar zannediyorsun. Belki de benim çocukluğum, bütün dünyamı içinde bulunduran bu sokaklardan ayrılıp başka bir şehre ayak bastığımız gün silinmiştir. İşte diğer dönüm noktası sayılabilecek anlara kıyasla biraz daha iyi hatırladığım bir şey varsa o da bu; artık camların ardına baktığımda göz göze geldiğim o pencerelerin yerinde başka, yabancı binaların olacağını öğrendiğim an. Koltuklar değişecek, perdeler değişecek, halılar, dolaplar, duvarların rengi... Tanıdığım herkes çok uzakta kalacak. Evimizin önünden geçerken, bir zamanlar orada benim olduğumu hatırlamayacak hiçbiri, bir süre sonra ölü birisi gibi olacağım. Hatta hiç var olmamış birisi gibi. Ne o sokaklar, ne de duvarlar dile gelip beni hatırlatmayacak hiç kimseye. Her şey değişecek, her şey. O gün yeni odamda, oturduğum yerden yeni pencereme bakarken bunu düşündüğümü hatırlıyorum. Karanlığın beni ne kadar yalnız hissettirdiğini hatırlıyorum.
Ama sonra yalnızlık kayboluyor. Çünkü ben bu karanlığı tanıyorum. Daha önce pek çok kez onu görmemek için hep başka ışıklara koşmuştum, evet. Sokak lambaları, pastadaki mumlar, karşısında uyuya kaldığım televizyon; bütün bu sahte ışıklar kapandığında ortaya çıkan yıldızlar... Oysa karanlık hep oradaydı, ve o hep aynı karanlıktı. Bütün bir hayatıma şahit olan tek varlıktı o. Kabuslardan uyandığımda ilk ona sarıldım; kimse ağladığımı görmesin istediğimde en köşede, hep onun kollarında ağladım; karanlık beni uyuttu. Kimseye söyleyemeyeceğim ne varsa, yine odamın karanlığına fısıldadım hepsini. Heyecandan uyuyamadığım gecelerde içimin o kıpır kıpır oluşunu, gözlerimi kapatıp uyumadan önce dilediğim dilekleri o biliyordu. Hiçbir çocukluk arkadaşımın beni onun kadar tanımadığını fark ettiğimde hala alışmaya çalıştığım odamın duvarlarına sinmiş karanlığa baktım. Bir anlığına her şey, hiç terk etmek istemediğim çocukluğumdaki gibi göründü.