Kalu Bela'da ruhlar Tanrı ile buluştuğunda her bir ruha temel bir görev atfedilmiş, onunki herkesi memnun etmek olsun demiş Tanrı, parmağıyla kızı göstererek. Herkesi memnun etmek ne zor bir görev olsa gerek, yaşamadan bilemeyiz tabi.
Herkesi memnun etsin demek, onun her gün boğulacakmış gibi hissetmesi, bazen kendisi için nefes almaya bile gücü kalmaması demek ama Tanrı ona kıyamadığı için bunları dillendirmemiş de herkesi memnun etsin demiş, herkesi memnun etsin.
O zaman karakter özelliklerini de ona göre yüklemek gerekmez miydi? Kırılgan, yumuşacık bir kalp yerine sert bir mizaç verilemez miydi ona? Verilemezdi elbet, o yumuşacık kalbi olmadan kimi nasıl memnun edebilirdi ki?
Tanrı ona bir görev değil, bir ceza vermişti, ne yazık...
Sevdiklerinin başından da kendi başından da dert hiç eksik olmadı, sevdiği herkesi her an kaybedecekmiş gibi yaşadı tüm ömrünü, parmaklarının ucuyla, zorlukla tutuyormuş hissi hiç bırakmadı onun yakasını, bu maddi bir kayıp oldu bazen, bazen de manevi.
Herkesi memnun etmek nasıl mümkün olsundu? Ondan yapamayacağı şeyler isteyip durdular, aynı anda iki yerde birden olabilseydi belki memnun edebilirdi herkesi. İşte bu sebepten birini memnun ederken diğerine yetişemedi hiçbir zaman, sonra hesabını sordular ondan, sanki Kalu Bela'da herkes duymuş onun görevinin bu olduğunu da nasıl yerine getirmez diye hesap sordular. Ama neden kimse memnun olduğunda bir kez bile teşekkür etmemişti de şimdi istedikleri olmayınca yerden yere vuruyorlardı onu?
Çok yorulduysa ve kendini boşluğa bırakma hissi yine yapışırsa yakasına nasıl kurtulacaktı bundan, kimse düşünüyor muydu acaba? Herhangi biri bir an olsun kulak vermiş miydi onun sesine? Ya da haberleri var mıydı içinde ne fırtınalar koptuğundan? Yoktu tabi, kimin umrundaydı.
Görülmüyor olmaktan çok yorulmuştu. Herkesin her acısında orada olup, kendi sesine tüm kulakların sağır oluşuna katlanamıyordu artık. Nereye kadar sabredebilecekti ya da sabredebilecek miydi? Herkesi memnun etme görevi kendisine verildiğinde o herkese acaba kendisi de dahil miydi? Çünkü eğer dahilse kendini memnun etmenin bir yolunu göremiyordu. Karanlıktan başka bir şey göremiyordu. Ama bu karanlığın içinde dahi yeni bir şey öğrendi ki o da bu karanlığı ona yalnızca sevdiği, çok sevdiği insanlar yaratabiliyordu, en büyük zaafı, en zayıf noktası buydu, sevdikleriydi.
Onların yüzleri parıldıyordu, hiçbiri karanlıkta değildi ama o yanan ışıklar, kendisinden parça parça çalınanlardı, ışığını bölüştüğü herkes onu karanlıkta bırakmıştı. Bir zaman sonra gelip utanmadan karanlığından da şikayet edeceklerdi. Durdu, başını elleri arasına aldı ve öylece durdu. Artık bitmeliydi, bu yorgunluk son bulsun istedi. Odasını aydınlatan muma yaklaştı ve hızlı bir nefesle hiç düşünmeden üfleyip söndürdü. Karanlık artık sadece içinde değil her yerdeydi.