"Toparlanın, sürünün nerede durduğunu öğrenmemiz lazım, yarın bitiriyoruz bu işi."
Evimizden dışarı çıktık ve sahil tarafına doğru yürümeye başladık. Dışarıdan gelenler sürünün sahil üzerinden geldiklerini söylemişlerdi. Bağırtanların hareketlerini çok fazla düşünmenize gerek yoktu. Düz mantık yaratıklardı ve önleri açık olduğu sürece dümdüz bir şekilde yollarına devam ederlerdi. Çok geçmeden izlerini bulmuştuk. Yolda bağırtanlara tek tük rastlayıp indirdik onları. Kısa bir süre daha yürüdükten sonra bir apartmana girdik ve çatıya çıktık.
"Dikkatli olun, herkes bir köşeye geçsin ve etrafa dikkatlice baksın. Sürünün yerini bulmamız lazım. Bostancı'da görüldüklerinden beri 2 gün geçti ve muhtemelen şu an buralarda bir yerlerde olmaları gerekiyor."
Herkes bir köşeye geçti ve sürüyü görmek için dikkat kesildiler. Sokaklardaki bağırtanlara bakılırsa gerçekten buralarda bir yerlerde olmak zorundaydılar. Çok geçmeden arkadan Cansın'ın sesini duydum:
"Yanıma gelin, buldum onları!"
Cansın'a yaklaştık ve işaret ettiği yere baktık. Gerçekten de oradaydılar. İnsanların normal bir hayat yaşadığı zamanlarda tamamlanmış yeni binalardan birinin içindeydiler.
"Tamam, onları bulduğumuza göre binanın çevresine ve sokağın giriş çıkışlarına bakın. Nasıl bir taktik geliştirebiliriz ve onlara saldırabiliriz bir düşünün" dedim.
15 dakika kadar çatının üstünde durduk ve bulduğumuz fikirleri birbirimize söyledik. Sonrasında binadan aşağıya inip tekrardan evimizin yolunu tuttuk.
"Evet, neler yapacağımızı hep beraber konuşalım. Sürü bizden 5 sokak ilerideki bir apartmanda toplanmış durumda. Sokak girişlerini ve bina çevresini iyice taradık ve şöyle bir plan oluşturduk: Sürünün beklediği apartmanın yanında bir geniş alan var. Radyoyu oraya doğru fırlatacağız ve ses çıkarmasını umacağız. Bağırtanlar oraya toplandıktan sonra elimizdeki Molotofları oraya fırlatacağız ve yanmalarını seyredeceğiz. Ateşe karşı ne kadar dayanıklılar bilmiyorum ama yanacaklarına eminim. Molotoflardan dolayı istedikleri uyarıcıyı almış olacaklar ve saldırı moduna geçecekler. O sırada makineli tüfeğimiz devreye girecek ama bu da sınırlı bir süre tabi ki. 200 küsur kadar tüfek mermimiz var, olabildiğince iyi değerlendirmeliyiz. Sonrasında ise devreye otomatik tüfeklerimiz girecek ve işin zorlu kısmı başlayacak."
"Böyle anlatınca gerçekten çok güzel ama biraz gerçekçi düşünmemiz gerekiyor" diye araya girdi Batuhan.
"Bağırtanların nasıl koştuklarını ve çığlıklarıyla kulak zarımızı nasıl zorlayacaklarını biliyoruz. Öncelikle benim fikrimi öğrenmek isterseniz kulak tıkacı öneriyorum. Kulaklarımıza kâğıt sıkıştırmak bile işimize yarayacaktır."
"Evet, bu güzel bir fikir."
"Otomatik tüfeklerimizin de mermileri bitecek ve hala bağırtan kaldıysa onları yakın dövüş ile alt etmemiz gerekecek" diye araya girdi Cansın.
"İstediğin şeyin bu olduğuna o kadar eminim ki" diye cevap verdi Selen.
"Kimsenin gereksiz riske girmesini istemiyorum. Evet, belki can kaybımız olacak ve aramızdaki bazı kişiler evine dönemeyecek ama bunu yapmak zorundayız. Sürüleri elimizden geldiğince temizlemek zorundayız. En az kayıpla bu eve döneceğiz ve tekrardan toparlanacağız" diye konuyu kapattım.
"Peki, kimler gidecek?" diye bir soru yöneltti Pınar.
"Üzgünüm ama Emre bizimle gelecek, eğer bunu kastediyorsan. Batuhan, Taha, Emre, Cansın, Selen, Ahmet, Bahar, Başak ve Mahir bizimle gelecek. Pınar, Sena, Onur, Alp ve Asil de evimizde kalacak."
"Mantıklı" dedi Onur.
Bu toplantıdan sonra hazırlıklara başladık. Yarın sabah bu evden çıkacağız ve belki de bu geri dönmemek üzere olacak. Çantalarımızı hazırladık, Molotofları hazırladık, makineli tüfeği ve mermileri kapının olduğu yere koyduk ve beklemeye başladık.
"Can abi," diye bir ses duydum arkamda.
"Efendim Sena."
"Ben de sizinle gelebilir miyim?"
"Tabii ki olmaz. Senin burada kalıp evimizi korumanı istiyorum."
"Ama konuştuklarınızdan hiçbir şey anlamıyorum. Şu ana kadar bu evden hiç dışarı çıkmadım. Bağırtan ne demek onu bile bilmiyorum."
"Zamanı geldiğinde sen de öğreneceksin, merak etme."
"Görüntüleri nasıl? Bana anlatabilir misin?"
"Bizlerden pek de farkları yok. Sadece derileri bembeyaz denecek kadar açık tonda. Gözleri kıpkırmızı ve vücutları eğri büğrü..."
"Nasıl böyle oldular peki?"
Bir süre konuşma böyle devam etti. Onlarca soruya cevap vermek zorunda kaldım ve sonunda Batuhan'ın beni çağırmasıyla oradan ayrıldım. Sena bu eve geldiği zaman 2 yaşındaydı. O zamanlar bağırtanları sadece sosyal medyada paylaşılan videolardan görüyorduk ama kısa sürede çoğalıp etrafa yayıldılar ve şimdi karşımıza sürü olarak çıktılar.
"Evet, hazır mıyız?"
"Hazırız abi. Malzemelerin hepsi yanımızda."
"Tamamdır, evdekilerle vedalaşma zamanı. Kimin döneceği belli değil."
Herkes birbiriyle vedalaştı. Bu evden yan yana çıkacağımız kişilerle bile vedalaştık. Oradayken buna fırsatımız olmayacaktı çünkü.
"Evet, ne yapacağımızı anlatıyorum. Dün sürüyü bulan dörtlü en önden gidecek ve diğerleri arkalarından devam edecek. Omzunuzu binalara yakın tutarak yürüyün. Eğer bir saldırı gelirse tek yönden gelsin. Gözlerinizi dört açın. Sürüye yaklaşmadan önce herhangi bir pusu yemek istemiyorum."
Yola çıktık, yavaşça evden uzaklaşırken nabzımın yükseldiğini hissedebiliyordum. Normalde dışarı çıktığımız zaman bu kadar olmazdı ama şu an savaşa gidiyorduk. İki adım sonra nefes alıp alamayacağımız bile belli değildi. Yolda yavaşça ilerlerken her zaman yaptığımız gibi karşımıza çıkan tek tük bağırtanları indirdik ve sokağın başına geldik.
"Ahmet ve Mahir, siz yandaki apartmanın camından bize destek verin. Batuhan ve Emre makineli tüfeğin başına geçsinler. Cansın ve Taha, karşımızdaki duvarda siper alın. Olabildiğince ikişerli gruplara ayrılacağız. Bizi birlikte yakalamamaları lazım. Selen, Bahar ve Başak sizler de makineli tüfeği destekleyin. Ben sokağı karşıdan gören apartmanın ilk katında olacağım."
Yerimizi aldık ve beklemeye başladık. Planımızı güneş en tepedeyken gerçekleştirecektik. Güneş, bağırtanların reflekslerini yavaşlatıyordu. Bunu iyi bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyordu.
"Şansımıza sıcak bir gün" dedi Selen.
"Evet. Abi, 5 dakika sonra başlıyoruz, ben yerime geçiyorum. Burası sende. 5 dakika… 5 dakika sonra Molotofların ateşlendiğini görmek istiyorum."
Apartmana girdim ve yerimi aldım. Bağırtanları buradan net bir şekilde görebiliyordum. 5 dakika sonra radyo çalıştı ve sokağın geniş alanına düştü. Bağırtanların seslerinin arttığını duyabiliyordum. Yavaşça apartmandan çıkıp radyonun olduğu yere doğru doluşmaya başladılar. O sırada diğerlerinin elindeki Molotofların ateşlerini görebiliyordum. Birkaç saniye sonra da ilk Molotofun ateşi havada süzülmeye başlamıştı.
Siktir, inanılmaz bir görüntü. Çığlıklar kulaklarımın dibindeymiş gibi hissediyordum. Elimizdeki Molotoflar bitmişti ve ateşin azalmasını bekliyorduk. Bağırtanlar ne olduğunu anlamaya çalışırken makineli tüfek sesleri göğü delmeye başladı. Tüfeğin namlusundan çıkan ateşleri görebiliyordum. Şu ana kadar her şey beklediğimiz gibi gidiyordu. Ta ki sokağın ilerisine bakana kadar…
"Siktir! Sürünün arkasına doğru bakın."
"Bu ne lan!"
"Başka bir sürü!"
"Yerlerinizden ayrılmayın. İlk sürünün neredeyse tamamını yok ettik zaten. Bunu da yapabiliriz. Otomatik tüfeklerinizi hazırlayın ve komutumu bekleyin" diye bağırdı Emre.
Ben de o sırada apartmandan çıkıp koşarak diğerlerinin yanına gittim.
"Bu halletmemiz gereken bir sorun. İlk sürüyü çok temiz bir şekilde süpürdük ama ikinci sürü beklemediğimiz bir şeydi. Makineli tüfek mermimiz ve Molotoflarımız bitti. Geriye sadece otomatik tüfekler kaldı. Çarpışmaya hazır olun" diye seslendim diğerlerine.
Tüfeklerin emniyetlerinin indiğini duyabiliyordum. Etraftaki bütün sesler kesilmişti. Sanki zaman yavaş akmaya başlamıştı. Karşımızdan koşarak gelen başka bir sürü vardı. Etrafıma baktım ve diğerlerinin gözündeki korkuyu gördüm. Herkes korkuyordu ve bu konuda haklıydılar.
"Hazır!"
Biraz daha bekle, dedim kendi kendime. Biraz daha…
"Şimdi, atış serbest!"
İnanılmaz bir gürültü koptu. Zaman tekrar normale dönmüştü, otomatik tüfek sesleri ve bağırtanların çığlıkları kulaklarımı çınlatıyordu. Sürünün önündekiler sıra sıra yere yığılmaya başlamıştı ama inanılmaz hızlı hareket ediyorlardı. Durdurabileceğimizi sanmıyordum.
"Birazdan yakın dövüşe hazır olun! Sürünün yarısını indirdik ama gerisini kas gücümüzle halletmemiz gerekiyor!"
Beklediğimiz üzere sürüyle aramızda 20 metreden az kalmıştı ve tahmini olarak 40 kadar bağırtan bize doğru koşuyordu.
"Hazırlanın!"
Yanımda Cansın'ın katanayı kınından çıkardığını gördüm, Batuhan çivili sopasını eline aldı ve beklemeye başladı. Diğerleri de aynısını yapmaya başladı. Hepimizin çekindiği şey gerçekleşmek üzereydi. Bağırtanlarla yakın temaslı bir dövüş.
"Şimdi!"
Zaman durmuş gibiydi. Hareketsiz kalakalmıştım. Algılarım inanılmaz derece açılmış ve sanki savaşa izleyici olarak katılmış gibi her şeyi net bir şekilde görebiliyordum. Batuhan'ın sopasını bağırtanın kafasına savurduğunu, Emre'nin baltasıyla iki tane bağırtanın kafasını vücudundan ayırmasını, Ahmet ve Mahir'in apartmana giren bağırtanları şişlediğini…
Kendime geldiğim sırada ortalık tamamen savaş alanıydı. Elime baltamı aldım ve koşarak diğerlerine yardıma gittim. Kırılan kemikleri, fışkıran kanları ve yanımdakilerin nefes alışverişlerini duyabiliyordum.
"Bahar, benimle gel!"
Bağırtanların apartmana doluştuğunu görmüştüm ve yardım gerektiğini anlamıştım. Koşarak Bahar ile oraya gittik ve apartman girişindeki bağırtanları hızlı bir şekilde indirip apartmana girdik. Önüme çıkan bağırtanın boynuna baltayı indirdim ve kendi etrafımda daire çizerek arkadaki bağırtanın karnını deşip ilerlemeye devam ettim. Bahar arkamdan geliyordu. Bir anda onun çığlığını duyup arkama döndüm ve girdiği odaya doğru yöneldim. İşte o zaman geç kaldığımızı anladım. Bağırtanlar yerde yatan Ahmet ve Mahir'in etrafına toplanmış, onları kemirmek ile meşguldü. Gözüm dönmüş bir halde hepsini tek tek indirdikten sonra acı görüntü ile karşılaştım. Ne kadar üzgün olursam olayım orada zaman kaybetmememiz gerekiyordu. Cesetleri duvara dayadım ve odanın kapısını kapatıp apartmandan dışarı doğru koşmaya başladım. Zaman tekrardan yavaşlamış gibiydi. Etrafımı izlemeye odaklanmıştım. Bahar yanımdan koşarak geçti, Cansın katanasıyla bağırtanların karnını deşmeye devam ediyordu ama herkesin yorulduğu belliydi. Bağırtanların reflekslerinin yavaşlaması çok işimize yaramıştı. Batuhan'ın sopası kırılmış olacak ki yerde yatan bağırtanın kafasını taş ile ezdiğini gördüm. Selen biraz daha geride ok ve yay ile destek veriyordu.
"Hey! Hey, uyan!"
Ne oldu bana dedim kendi kendime.
"Neredeyim?"
"Hala sokağın ortasındasın."
"Ne oldu?"
"Bitti, her şey bitti."
Evet, her şey bitmişti. Sanırım bayılmıştım ve olayların devamını hatırlamıyordum. Ayağa kalktığımda gözümü apartmana doğru çevirdim.
"Oraya bakmana gerek yok," dedi Bahar. "Onları oradan aldık. Eve götüreceğiz."
"Teşekkürler."
"Toparlanmamız gerek" dedi abim.
Kollarımdan tuttu ve kalkmama yardım etti.
"Tamam, bırak beni, iyiyim ben."
Bayıldığım için kendimden nefret ediyordum. Herkesi yüz üstü bırakmış gibi hissediyordum. Ağır adımlarla yorgun bir şekilde evimizin yolunu tutmuştuk. Arkama dönüp baktığımda etraftaki alevleri, kırmızıya boyanmış ve bağırtan cesetleriyle dolu olan sokağı görüyordum. Uzun bir süre buraya yaklaşmayacağım kesindi. İkinci sürü beklemediğimiz bir şeydi ve iki cana mal olmuştu.
"Ne oldu?" diye sordum Emre'ye.
"Ne zaman?"
"Ben bayıldıktan sonra..."
"Seni yerde yatarken görünce sana koşmaya başladım. Yanına gelip nabzının atıp atmadığına baktım ama güvenliği tamamen elden bırakmıştım."
"Sonra?"
"Arkamdan gelen bağırtan tam üstüme atlayacakken Selen'in oklarından biri boğazını deldi geçti."
"Teşekkürler Selen" dedim arkamı dönüp.
Sonunda yavaş ve uzun olsa da hava karardıktan sonra evimize geldik ama hepimizin dikkatini bir şey çekti. Kapı açıktı.
"Siktir, bu ne böyle?"
Emre, Batuhan ve ben koşarak içeriye doğru girdik. Etrafta kimse yoktu. Her yer sessizdi.
"Abi, sen restorana doğru git. Batuhan, kır bahçesine bak. Ben de havuza doğru gideceğim" dedim.
Koşarak dağıldık ve diğerlerine orada beklemelerini söyledik. Havuza açılan demir kapıdan girdim ve ağır adımlarla karanlıkta ilerlemeye başladım. Normalde her akşam yaktığımız meşaleler bugün yanmıyordu. Bir şeyler olduğu belliydi.
Yavaşça ilerlerken ayağım kaydı ve düşmemek için güç sarf ettim. Dizlerimin üstüne çöktüm ve kaymama neden olan şeye bakmaya çalıştım.
Kan mı lan bu? Siktir, gerçekten de kan.
Çakmağımı çıkardım ve loş ışıkta kan izlerini takip ederek balo salonuna doğru girdim. Cam kırıktı ve boğuşma izleri vardı. Biraz daha ilerledikten sonra Alp'in yerde yatan cansız bedenini gördüm.
Hayır, olamaz. Kim?
Diğerlerine seslenmeden önce kalkıp balo salonunun tamamını gezdim. Hiçbir şey yoktu. Tekrardan kırılan camdan dışarı çıkıp havuzun etrafında dolanmaya başladım. O sırada Batuhan arkamdan koşarak geldi.
"Bir şey bulabildin mi?" diye sordum.
"Hayır, sen?
"Evet, buldum. Maalesef.
Ona elime balo salonunu işaret ettim. Hızlı adımlarla içeri girdi ve birkaç dakika sonra tekrardan yanıma geldi.
"Emre'yi bulmamız gerekiyor. Onur ve Asil nerede peki?
"Nereden bileyim, aramaya devam edelim. Gel benimle."
Yürümeye devam ettik. Havuzun çıkışından devam edip spor salonunun önünden geçerek restorana girdik. Loş ışıkta tam kestiremesem de dizlerinin üstüne çökmüş biri vardı. Muhtemelen abimdi. Koşarak yanına gittik ve günün en acı görselini gördük.
"Abi…"
"Bir şey demene gerek yok."
"Üzgünüm."
"Bunun olacağını bilmiyorduk" diye araya girdi Batuhan. "Ben diğerlerini çağırayım."
"Abi, nasılsın?"
"Nasıl olmamı bekliyorsun?"
"Ben… Ben çok üzgünüm. Bunu tahmin edemezdik."
"Diğerlerini buldunuz mu?"
"Hayır, sadece Alp… Cesedi balo salonunda. Diğerlerini bulmamız lazım."
Ben tam cümlemi bitirmişken bize doğru koşan birini gördüm. Hızlı bir hareketle baltamı elime aldım ama sonunda kimin geldiğini gördüm.
"Sena!"
Gözyaşları içinde koşarak bana sarıldı.
"Ne oldu?"
Ağlamaktan konuşamıyordu. Biraz zaman geçmesini bekleyerek onu avuttum.
"Sena, bize anlatman lazım. Neler oldu burada?"
"O… Onur."
"Evet?"
"Ve Asil."
"Ne oldu onlara?"
"Kapıya birkaç tane adam geldi. Onur ve Asil abi de demir kapıya doğru gittiler ve onlarla bir şeyler konuştular."
"Sonra?"
"Kapıyı açtılar ve içeriye girmelerine izin verdiler. Arkadaş gibiydiler. Gülerek ve muhabbet ederek restorana doğru geldiler. O sırada ben taş binanın en üstünden olan biteni izliyordum."
"Devam et."
"Sonra Pınar abla geldi. Onur ve Asil'i yanına çağırdı ve tartışmaya başladılar. Muhtemelen bunların kim olduğunu soruyordu."
"Asil ve Onur… Dinliyorum, devam et."
"Tartışmanın şiddeti arttı ondan sonra. Pınar abla bağırmaya başladı ve Onur'a tokat attı. Onur abi de belinden çıkardığı bir bıçağı Pınar'ın karnına sapladı."
"Orospu çocuğu… Özür dilerim, devam et."
"Alp abi de bunu görüp Onur'un üstüne atladı ama sayıca kalabalıklardı. Onu balo salonuna doğru götürdüler ama sonrasını göremedim. Sesler duydum sadece."
Biz bağırtanlar ile uğraşırken asıl tehlike dibimizdeymiş de haberimiz yokmuş. Yıllardır bizimle beraber uyuyan, bizimle beraber yemek yiyenler bize ihanet edenlermiş meğer. Gelenlerin kimler olduğunu öğrenmemiz gerekiyor. Bizden çok uzakta olmadıkları aşikâr…
Birkaç saat geçti ve kimsenin konuşacak hali yoktu. Bugün 4 kişiyi gömmek zorunda kalmıştık. Onur ve Asil'in o heyecanla unuttukları bir şey vardı. O da Sena'ydı. Artık kimi aradığımızı biliyorduk. Bağırtanlarla işimiz bitmişti.
Akşam oldu ve herkes odalarına çekildi. Ben de o sırada abimin yanına gittim:
"Hey, nasılsın?"
"Bilmiyorum."
"Üzgünüm. Gerçekten. Bunu defalarca söyleyebilirim. Güvendiğimizi sandığımız iki tane adamı onun yanında bıraktık ama yanılmışız."
"Olan oldu artık, yerlerini bulmamız lazım. Herhangi bir ipucu var mı?"
"Sena onların çıktıktan sonra sol tarafa doğru yürüdüklerini görmüş. Orada fazla saklanacak bir yer yok. Birkaç gün keşif yaparak ipucu bulabiliriz."
"Her şeyin çabuk yapılmasını istiyorum Can. Hızlı bir şekilde, zaman kaybetmeden…"
"Sana söz veriyorum öyle olacak. Pınar'ın katillerini bulacağım ve senin eline teslim edeceğim. Merhamet yok, acımak yok."
"Sözünde dursan iyi edersin."
Odadan çıktım ve kendi odama doğru yürümeye başladım. Bazı odalar sessizken, bazı odalardan burun çekme sesleri geliyordu. Herkes yıpranmıştı ve gücünü kaybetmişti. Kendi evimizde böyle bir ihanete uğramak herkesin güvenini alt üst etmişti.
Odama girdim ve yatağıma uzandım. Gözümde gram uyku yoktu. Onları bulmamız gerekiyordu. Bulmamız ve cezalarını vermemiz gerekiyordu. Bu, bizim ailemize yapılmış bir saldırıydı ve ilk değildi. Ne ilk, ne de son olacaktı.