Hayır. Her şeyimi kaybettim ama seni kaybetmek istemiyorum. Beni bırakıp gidemezsin. Ailemden geriye sadece sen kaldın. Hayır! Bırakma beni. Sana ihtiyacım var abi. Gitme!

"Can, uyan."

"Ne oluyor?"

"Kâbus görüyordun sanırım."

"Bilmiyorum. Her şey çok gerçekti."

"Farkındayım. Konuşuyordun."

"Konuşuyor muydum? Ne dedim?"

"Sanırım abin ile ilgili bir şeyler görüyordun. Sanırım… Ölüyordu."

"Bir şeyler yapmalıyız Cansın."

"Herkesin istediği şey bu…"

"Farklı bir şeyler yapmalıyız. Onları şaşırtmamız gerekiyor. Her şekilde bizden üstünler. Bizimle oyun oynamak istiyorlar ama onlarla oyun oynayan taraf biz olmamız lazım."

"Nasıl yapacağız?"

"Düşünmem gerek. Yalnız kalmaya ihtiyacım var."

"Bunu yalnız halletmek zorunda değilsin. Herkes senin yanında, biliyorsun."

"Berk konusunda istediklerimi yapmadığım için herkes bana karşı tavır almış durumda ama anlamıyorlar. O kadar kolay olmadığını bilmeleri gerekiyor. Ne kadar az kayıp verirsek o kadar iyi bizim için."

"Kayıp vermeden halledemeyeceğiz değil mi?"

"Sanmıyorum. Sonuçta bağırtanlar ile mücadele etmiyoruz. Onlar bile düşünmeden hareket ettikleri halde iki kişiyi kaybettik. Karşımızda düşünebilen bir yaratık var."

"Haklısın. Kafanda bir şeyler var mı?"

"Beklemek."

"Beklemek de ne demek?"

"Onlar şu an bizim bir şeyler yapmamızı bekliyor. İntikam almamızı bekliyorlar ama biz tam tersini yapacağız. Bekleyeceğiz ama burada değil."

"Burada değil derken neyi kastediyorsun?"

"Herkesin bir sabrı vardır. Bekleyerek onların sabrını sınayacağız. Etrafımız bir sürü apartmanla çevrili. Savunmamızı bu apartmanlar üzerine kuracağız. Yerleşimimiz o apartmanlar olacak. Haydutlar er ya da geç saldırıya geçecekler ama geldiklerinde kimseyi bulamayacaklar."

"Ve bu da bize arkadan saldırı şansı tanıyacak."

"Evet, tam olarak öyle… Hem arkadan saldırı şansı tanıyacak hem de birçok cephede savaşmış olacağız. Kampımızın her yanındaki apartmanlara dağılacağız ve onları bu şekilde şaşırtacağız. Onlar daha kendilerine gelemeden tepelerine binmiş olacağız."

"Anlatırken gerçekten çok iyi ama bunu uygulamamız gerekiyor biliyorsun. Herkesle konuşup fikirlerini almak zorundayız. Onları ikna etmek zorundayız."

"Onları ikna etmemiz gerekmiyor. Emre'yi ikna etmemiz yeter. Şu an herkes o ne derse yapacak durumdalar. Şu an benden çok ona güveniyorlar."

"Kendine haksızlık ediyorsun. Haydi, kalk, kahvaltıya gidelim."

Taş binadan çıktık ve güvelik kulübesinin yanından geçip restorana doğru yürümeye başladık. Kamptakilerin çoğu oturmuş, bir şeyler yiyordu. Herkesin bana karşı olan bakışlarını hissedebiliyordum. Berk ile geçirdiğim uzun zamanlardan sonra insanlar bana şüphe ile bakıyordu. Bu kadar kolaydı işte. Yaşadığımız hayatta bir kişiden şüphe duymak için tek bir hareketini beklersiniz.

Sessiz bir şekilde bir şeyler yerken Taha'nın koşarak yanıma geldiğini gördüm.

"Can, gelmen lazım," dedi, nefes nefese bir şekilde.

"Ne oldu?"

"Benimle gel. Yalnız konuşmamız lazım."

Dikkat çekmemek için ona koşmamasını söyledim. Daha fazla şüphe çekmek istemiyordum. Taş binaya girdik ve onun kaldığı odaya doğru yürüdük.

"Sana bir şey göstermek istiyorum," dedi.

"Bu kadar önemli olan şey ne?"

"Sana bunu göstermek için uyanmanı bekledim. Bu sabah şafak nöbeti bendeydi. Kimin attığını görmedim ama demir kapılardan içeriye taşa sarılmış bir kâğıt attılar."

"Taşa sarılmış bir kâğıt mı? İçinde ne yazıyor?"

"Senin bakmanı istiyorum."

Taha'nın kâğıdı bana verirken ellerinin titrediğini görebiliyordum. Bu durum beni de heyecanlandırmıştı. Kâğıdı açmak ve açmamak arasında kalmıştım. Artık olacaklardan korkuyordum. Yavaş bir şekilde kâğıdı açtım ve içinde yazanları okudum.

"Siktir."

"Ben de aynen bu tepkiyi verdim ve haksız değilmişim."

"Bunun anlamı nedir?"

"Bilmiyorum. Bu sizin eski hayatta yaşadığınız evin adresi Can."

"Bunu nereden biliyor olabilirler. Kim? Nasıl?"

"Sakin olmaya çalış. Bu durumu kiminle konuşman gerektiğini biliyorsun."

"Biliyorum. Biraz sakinleşmem lazım. Abimi kır bahçesine gönderir misin lütfen?"

"Nasıl istersen. Sen de sakinleşip hızlı bir şekilde git oraya."

Mektubun içinde belirtilen adrese gitmemiz ve biriyle görüşmemiz gerektiği yazıyordu. Yazılan adres Emre ve benim önceki hayatımızda yaşadığımız evin adresiydi. Ailemizin evinin adresi… Bunu bilen her kimse bizi uzun zamandır tanıyan biri olması gerekiyordu. Bizi uzun zamandır tanıyan ve şu an aramızda olmayan kişiler ise Asil ve Onur'du.

"Geldiğin için teşekkür ederim abi."

"Ne istiyorsun?"

"Taha, bizi yalnız bırakır mısın?"

Taha gittikten sonra konuşmama devam ettim.

"Bu sabah demir kapının üstünden kâğıda sarılı bir taş atılmış."

"Ne kâğıdı?"

"Sözümü kesmeden dinle beni. Bu konu seni ve beni ilgilendiriyor. Sadece sen, ben ve Taha biliyor."

"Dinliyorum."

Ona kâğıdı çıkartıp verdim ve sözlü bir şekilde anlatmaya devam ettim.

"Bu ailemizin adresi abi. Gitmemiz lazım. Kim olursa olsun. Dikkatli bir şekilde gitmemiz gerekiyor."

"Bunun pusu olduğu çok açık."

"Ya değilse?"

"Yüzde elli şansımız var. Ya öleceğiz ya da yaşayacağız."

"Sen de bu hayatta yaşamaktan sıkılmadın mı? Şansını denemek istemiyor musun? Ben burada ölmektense ailemle yaşadığım yerde ölmeye hazırım."

"İntikamımı almadan ölmek istemiyorum. Gerekirse intikam aldığım sırada ölürüm ama onlar rahat bir şekilde yaşarken ölmek istemiyorum."

"O zaman ben kendim giderim."

"İyi şanslar."

Eğer gelmek istemiyorsa kendim gitmek zorundaydım. Hızlı bir şekilde taş binaya girdim ve odama çıktım. Çantamı yatağımın üzerine koydum ve işime yarayacak her şeyi içine doldurdum. Tüfeğimi elime aldım ve şarjörleri kontrol ettim. Baltamı keskinleştirdikten sonra çantamın yanına koydum. Yanıma birkaç gün yetecek kadar yiyecek aldıktan sonra çantamı sırtladım ve odadan çıktım. Merdivenlerden indim ve binadan dışarı çıktım. Sağıma soluma bakmadan hızlı adımlarla demir kapıyı açtım ve dışarı çıktım. O sırada nöbette duran Bahar arkamdan seslense de dönüp bakmadım. Kimseye açıklama yapmak zorunda değildim. Nasıl olsa birazdan her şeyi abim ya da Taha tarafından öğrenecekler.

Bildiğim yollardan ağır adımlarla yürümeye başladım. Binalara ve arabalara yakın olmaya çalışıyordum. Gelebilecek herhangi bir saldırıda siper alabileceğim yerlere yakın olmalıydım. Berk'in söylediği yerdeki haydut kampı benim rotam için sıkıntılıydı. Gidebileceğim en yakın rota oydu ama çok riskli olurdu. O yüzden sahil üzerinden gidemezdim. Biraz daha yukarıya doğru çıkıp yolumu biraz da olsa uzatmak zorundaydım.

Birkaç dakika sonra uzun zamandır gelmediğim yerlere ayak bastım. Kim bilir en son ne zaman gelmiştim buralara. Kaç yıl olmuştu? Çok sıkıntıda olmadığımız takdirde evimizden bu kadar uzaklaşmıyorduk. Kimi arabalar yanmış veya patlamıştı. Bazı apartmanlar yerle bir olmuş bir şekilde caddeleri kaplıyordu. Evimizin etrafı bir nebze daha yaşanabilen bir yerdi ama iç kısımlara girdikçe felaketin boyutu artıyordu. Bu olaylar ilk gerçekleştiği zaman hayatta kalmak için insanlar, insanlar ile mücadele etmeye başladı. Ondan sonra bağırtanların çoğalmasıyla bir ittifak oluştu ama bu sorunla baş etmeyi öğrendikten sonra insanlar yine birbirlerini öldürmeye başladılar. Bu dünya üzerinde hiçbir zaman barışçıl bir şekilde yaşamayı öğrenemedik. Önceki hayatımızda bunu başaramadıysak sonrasında da olmayacağını herkes çok iyi biliyordu. O yüzden insanların hayatta kalmak için yapmayacağı şey yoktu.

Buralarda çok daha dikkatli olmalıydım. Evimizin yakınlarını bağırtanlardan temizlemiş olabiliriz ama burada hala aynı sorun baş gösteriyordu. Etraf o kadar sessizdi ki uzaklardan seslerini duyabiliyordunuz. Şimdiden birkaç tanesini yayımla indirmiştim. O kadar temkinli ve yavaş gidiyordum ki ne kadar süre geçtiğinden haberim yoktu. Sessizliği bozan bir motor sesi duyduktan sonra bir apartmanın kapısının içinden attım kendimi ve tetikte bir şekilde bekledim.

Bizim de evimizde zor zamanlar için depoladığımız benzin ve her zaman bakımını yapmaya çalıştığımız araçlar vardı ama bu kadar rahat bir şekilde sokaklarda gezmek büyük cesaret ister doğrusu. Ses apartmana doğru yaklaşıyordu. Yanlış tahmin etmiyorsam üç tane motosiklet vardı. Apartmanın önünden geçip gittiler ve arkalarından bakmak için yavaşça kafamı çıkardım. Gözden kaybolduklarında yürümeye devam ettim. Acele etmem gerekiyordu. Bu akşam, güneş kendini karanlık akşama bırakana kadar orada olmam gerekiyordu. Kâğıdın üstünde yazan tam olarak buydu.

Sonunda Bostancı Köprüsü'ne ulaşmayı başardım. Buradan sonrası kolaydı. Dümdüz yukarıya doğru çıkacağım ve eski İçerenköy Mezarlığı'nı geçip yolu takip edeceğim. Eski diyorum çünkü artık geriye pek bir şey kalmamış durumda. Doğa şehirleri eline geçirdiğinden beri insan eli değmemiş yerler tekrardan yeşile bürünmeye başladı. Kimi apartmanın dış cephesi tamamen yeşil sarmaşıklarla taşmış durumda. Aslında durup baktığınız zaman çok güzel bir görüntü ama içinde hayat yok.

Yarım saatlik ağır bir yürüyüşten sonra eski sokağımın başına geldim. Eski hayatımı gözümde canlandırabiliyordum. Sokakta yürüyen insanlar, sinir bozucu motor sesleriyle onlarca araba. Her gün sigara aldığım bakkal, onun yanında ayda bir gittiğim berber. Bir an olsun şu yaşadığımız hayatı unutturmayı başarmıştı bana.

Gözlerimi açtım ve tekrardan hayatıma döndüm. Sokaktan içeriye girdim ve tanıdık binalardan geçerek eski evime doğru yürümeye başladım. Sokaktaki tek siyah cepheli bina olarak kendini çabucak belli ediyordu. Bir arabanın arkasına dizlerim üzerinde çöktüm ve apartmanı gözlemlemeye başladım. Herhangi bir hareket görmeyi beklesem de öyle bir şey olmadı. Etraf tamamen sessiz ve boştu. Arabanın arkasından çıktım ve apartmana doğru yürümeye başladım. Bahçe kapısını açmak muhtemelen yıllar sonra ses çıkaracağı için demirlerin üstünden atlayıp apartman kapısına doğru yürümeye başladım. Açık kapıdan içeriye girdim ve merdivenlerden iki kat yukarıya çıktım.

Anılar kafamın içinde oluşmaya başlamıştı bile. Kapının önünde ne kadar bekledim bilmiyorum ama kendime geldiğimde ne kadar risk aldığımı fark ettim. Kapıyı yavaşça geriye doğru ittim ve tetikte bir şekilde daireden içeriye girdim. Elime balta almıştım çünkü bilmediğim bir yerde tüfeği kullanıp dikkatleri üstüme çekmek istemiyordum. Ağır adımlarla kafamda anılar canlanarak her odayı gezdim ve en sonunda kendi odama geldim. Ev tamamen yağmalanmıştı ama yaşadığımız hayatta işe yaramayacak her şey odanın içindeydi. Televizyon, konsol, bilgisayar, küçüklük fotoğraflarım. Her şey tozla kaplanmıştı. Çerçeveden çıkardığım bir aile fotoğrafını çantama düzgün bir şekilde kaldırdıktan sonra tozlu tekerlekli sandalyede biraz oturdum. Yaşadığımız olaylardan geri doğru gitseydik şu anki durumda olacağımızı kim tahmin ederdi?

Gözlerimi kapattım ve eskileri hatırlamaya gayret ettim. Ailecek beraber geçirdiğimiz günleri, arkadaşlarımla oyun oynadığımız zamanları. Tam o anda içeriden gelen bir ayak sesiyle irkildim ve hızlı bir şekilde tüfeğime davranarak kapıya doğru nişan aldım.

"Can," diye bir ses geldi fısıltıyla.

"Kimsin?" dedim titreyen sesimle.

"Asil ben."

"Asil mi? Vücudunun herhangi bir yerini gösterirsen delik deşik ederim seni."

"Kızgın olduğunu biliyorum ama konuşmamız lazım. Buraya tek geldim. Şu an beni yiyecek bulmak için dışarıda sanıyorlar. Olaylar düşündüğün gibi değil. Konuşmamız gerek."

"Konuşacak ne var?"

"Eğer tüfeğini indirirsen yanına geleceğim. Ellerim boş."

"İlk önce ellerini göster ve sonra yanıma gel."

Dediğimi yaptı ve iki elini boş olacak şekilde kapıdan içeriye uzattı. Sonrasında ise vücudunun tamamını kapıdan içeriye soktu.

"Fazla yaklaşmadan konuşabiliriz."

"Tüfeği indirir misin lütfen?"

"Ne konuşmak istiyorsun?"

"Olacakları."

"Olacakları?"

"Evet, gerçekten size ihanet ettiğimi düşünmediniz herhalde."

"Açıkçası düşündük."

"Haklısın ama göründüğü gibi değil. Onur şerefsizi onlarla beraber çalışıyor ama ben değil. Benim yaptığım tek şey kamplarına girip olayı değerlendirmekti ve gördüklerim hiç hoş şeyler değil Can."

"En başından anlatmaya başla."

"Bundan birkaç gün önce Onur yanıma geldi ve olayları anlattı. Haydutların ona ettiği teklifi, neler yapmamız gerektiğini. Gerçekten korkmuş görünüyordu. Onun başından geçen olaylardan sonra ne kadar korkak biri haline geldiğini sen de biliyorsun. Neyse, Sürü ile savaşacağımız sırada beni kampta bırakmak ekmeğime yağ sürdü. Onur'un beni kafaladığına herkesin inanması gerekiyordu ama iş kontrolden çıktı. Pınar ekstra reaksiyon gösterdi ve olanlar oldu. Gerçekten çok üzgünüm ama o an bir şey yapamazdım. Pınar'ın kanlar içinde yerde kalmasını sindirmem ve yoluma devam etmem gerekiyordu. Olan her şeyi izlemekten başka seçeneğim yoktu. Alp ve Pınar, ikisi için de çok üzgünüm. Onur'un kafasına Sena'yı da bulmak vardı ama zaman kaybedeceğimizi söyleyerek ikna etmeyi başardım. Sena'nın bir yerlerden izlediğini ve size anlatacağını biliyordum. Bu yüzden senin odandaki çekmeceye bir not bıraktım. Onu okuduğunu sanıyorum."

"Not mu bıraktın? O olaydan sonra odama sadece uyumaya gidiyordum."

"Bana bu tepkiyi verdiğini gördüğümde okumadığını anladım. Neyse, bunun bir önemi yok artık. Can, kamplarına girdim ve gördüklerime inanamadım. Etrafta bir sürü köle vardı. Jeneratörler, benzinler, motorlar…"

"Devam et."

"Sayıca bizden çok daha üstünler ve daha iyi silahlanmış durumdalar. Kullanmaktan çekinmedikleri araçları var. İşini iyi yapamayan kölelere işkence edip duruyorlar. Hiçbir şekilde merhamet göstermiyorlar."

"Peki, ne yapabiliriz?"

"Ben elimde geleni yapıyorum ama anlaşılmasından korkuyorum. Birkaç tane aracın motorunu bozdum gece onlar uyurken. Kampın boş bir yerinde gömdüğüm bir sürü yiyecek var. Sizin onlara saldırmanızı bekliyorlardı ama yapmadınız. Sabırları tükenmek üzere..."

"Onları sen gördün, neler yapmamız gerektiğini anlat."

"Baba dedikleri biri var. Uzun boylu ve ince yapılı… Sadece bu kadarını biliyorum. Ona deli gibi tapıyorlar. Asıl hedefimiz o olmalı. Çadırından nadiren çıkıyor ama çıktığı zaman da maske ile dolaşıyor. Adamları yanından hiçbir zaman ayrılmıyor ama Pınar'ın öldürüldüğü gün o da oradaydı. Böylesine önemsiz bir olay için kamptan ayrılıyorsa eğer, size saldırdıklarında da orada olacak demektir. Onu yakalamanız gerekiyor. Canlı bir şekilde… Eğer öldürürseniz bu diğerlerini sinirlendirir. Onlara caydırıcı bir şey vermeniz gerekiyor. Baba'yı rehin almak gibi..."

"Mantıklı, evet."

"Size olabildiğince gizli bir şekilde yardım edebilirim. Hatta eğer yapabilirsem birkaç patlayıcı ele geçirip arabalarına yerleştiririm. İnanabiliyor musun? Uzaktan kumandalı patlayıcıları var. En son ne zaman gördün onlardan? Onlar gerçekten bizden çok üstün ama hayvan gibi yaşıyorlar. Biz bir aileyiz, onlar ise çete. Sadece yemek yemeyi, savaşmayı ve öldürmeyi biliyorlar."

"Sana ne kadar teşekkür etsem bilemiyorum. Cesaretine hayranım. Bizim için, bu aile için elinden geleni yap. Herkes seni hain olarak görüyor ama her şeyi anlatacağım onlara."

"Teşekkür ederim. Artık gitmem gerekiyor. Yoksa şüphelenecekler."

"Tamam. Dikkatli ol. Her şeyin bitmesine çok az kaldı."

Eğer şimdi yola çıkarsam kulübe varmadan hava kararmış olacaktı ve bu benim için bir sorundu. O yüzden geceyi eski evimde geçirmeye karar verdim. Asil gittikten sonra evi tekrardan odaları gezip anılara daldım. Bir zamanlar korkmadan gezdiğim evin içinde tedirgin bir şekilde adım atıyordum. Geçmişe dönüp baktığınız zaman her şeyin aslında ne kadar hızlı bir şekilde gerçekleştiğini anlıyordunuz. Bu evin içinde bütün ailenin yemek masasının başında olduğunu daha dün gibi hatırlıyordum.

Odama geçtim ve tozlu yatağıma uzandım. Yılların vermiş olduğu paslanmışlık gıcırdamasına sebep oluyordu ama anılara dalıp gitmek her zamankinden daha rahat olmamı sağlıyordu. Karşımda duran ama şu an çalışmayan televizyonda izlediğim filmler, oynadığım oyunlar geçmişe dair her şeyi özlememe neden oluyordu. Dünyayı kocaman bir laboratuvar olarak kullanan insanların sonucuydu yaşadığımız hayat.

Ne zaman uykuya daldığımı hatırlamıyorum ama uyandığımda hava aydınlanmaya başlamıştı bile. Tozlu yatağımdan doğruldum ve toparlanmaya başladım. Erkenden yola çıkıp evdekilere durumu anlatmam gerekiyordu. Son olarak otomatik tüfeğimi omzuma astıktan sonra yavaşça kapıdan dışarı çıkarak merdivenlere yöneldim. Apartman kapısı bıraktığım gibi açık duruyordu. İlk önce kafamı çıkartarak etrafı kolaçan ettim ve sonrasında vücudumun geri kalanını apartmandan dışarı çıkardım. Dışarısı düne göre daha soğuktu. Bulutlara bakılacak olursa ilerleyen saatlerde yağmur geleceği belliydi. Apartmanın demir kapısını açmadan üstünden atladım ve sokakta yürümeye başladım. Sokağın başında geldikten sonra ilerde birkaç tane bağırtan gördüm. Bu sefer yolumu uzatmak istemediğim için sessiz bir şekilde yanlarından geçmeye çalışacaktım ya da öldürecektim.

Yavaşça ilk bağırtanın arkasından yaklaştım ve bıçağımla boğazını kesip sessiz bir şekilde vücudunu yere bıraktım ama o an düşüncesiz bir şekilde hata yaptığımı fark ettim. Kafamı sağa doğru çevirdiğim sırada apartmanın bağırtanlarla dolu olduğunu gördüm. Başka bir sürü mü? Birkaç saniye boyunca kapının önündeki bağırtan ile göz göze geldik ve sanki o an hayat durmuş gibi geldi. Bağırtanın çığlığı ile kendime geldim ve var gücümle geldiğim yöne doğru koşmaya başladım. Seslerin arttığını ve bağırtanların harekete geçtiğini arkama bakmasam bile anlayabiliyordum. Eski evimin olduğu sokağa döndüm ve koşmaya devam ettim. O sırada bağırtanların sesleri arasında bir motor sesi duymaya başladım. Hem sürü hem de haydutlarla uğraşacak durumda olmadığım için etrafıma değil sadece önüme bakarak koşmaya devam ediyordum. O sırada arkamdan birinin bağırdığını duydum.

"Gelecek misin yoksa salak gibi koşmaya devam etmek ister misin?"

Arkamı dönmesem bile bu sesin kime ait olduğunu biliyordum.

"Emre! Ne işin var senin burada?"

"Konuşmayı bırak da atla. Konuşmaya yolda devam ederiz."

Yanıma yaklaşan araca Emre'nin yardımıyla atladım ve nefes nefese kalmış bir şekilde yayıldım.

"Senin ne işin var burada?" diye sordum.

"Dün gece sen gelmeyince merak ettik. Burada olduğunu biliyordum o yüzden gelip bir bakalım dedik."

"Peki ya bu araç? Çok zor durumda kalmadığımız sürece çıkarmayacağımızı söylemiştik."

"Benim için zor bir durumdu. Kâğıdın kimin tarafından yazıldığını bilmiyorduk ve dün gece gelmedin. Beklemek için bir seçeneğim yoktu. Hem unutma, seni bir sürüden kurtardık."

"Bu tamamen benim dikkatsizliğim yüzündendi."

"Biraz dinlen, evimize gittiğimiz zaman seni yorucu bir gün bekliyor olacak. Herkes merak ediyor."

Yarım saat içinde evimizin önüne gelmiştik. Demir kapılar açıldı ve araç yavaşça içeriye girdi. Geldiğimizi görenler aracın etrafına toplanmaya başlamışlardı.

"Herkes bir an önce tenis kortlarına toplanmalı," dedi, Emre.

"Herkes orada olsun, anlatacaklarımı dinlemek isteyeceksiniz," dedim.

Arabadan indik ve Emre ile birkaç saniye göz göze geldik. İçindeki ateşin sönmediğini ve sadece kardeşi olduğum için geldiğini biliyordum. Berk konusunda hala aynı şekilde düşünüyordu ama öğrendiğim şeyleri söylediğim zaman bu fikrini değiştireceğinden eminim. En azından ben öyle sanıyorum.

"Sen git, ben arkandan geleceğim." dedim ve balo salonuna doğru yürümeye başladım. Berk hala bağlı bir şekilde orada oturuyordu. İplerini çözdüm ve benimle gelmesini söyledim.

"Evet arkadaşlar. Tekrardan toplandığınız için teşekkür ederim. Ben bir şeyler söylemeden önce sizin kafanızdaki şeyleri sormanızı istiyorum."

"Bu adam da bizimle toplantıya mı katılacak," dedi Selen.

"Öğrendiğim birçok bilgiyi bana o verdi," dedim.

"O bir düşman."

"Düşmandı. Tüm bu olaylar bittikten sonra hala nefes alıyor olursa bizden biri olacak," dedim.

"Bu kararı tek başın alamazsın," dedi Cansın.

"Bilinçsiz bir şekilde saldırmayı değil de benim düşündüğüm şeyleri düşünseydiniz siz de benim gibi hareket ederdiniz. Başka sorusu olan var mı?"

"Dün neredeydin?" dedi Başak.

"Sonunda cevaplamaya değecek bir soru. Şu an en önemli konumuz bu. Dün Taha bana bir kâğıt getirdi ve içinde eski hayatımızda yaşadığımız evin adresi vardı. Emre ile konuşup oraya gitmemiz gerektiğini söyledim ama reddetti. Bunun sonunda da tek başıma gitmeye karar verdim. Oraya gittiğimde evin içinde kimse yoktu ama birkaç dakika sonra bir ayak sesi ve tanıdık bir ses duydum. Bu sesin sahibi Asil'di."

Cümlemi bitirdikten sonra kortun içinde uğultu başladı.

"Kendi fikirlerini söylemeden önce beni dinleyin lütfen. Asil ne kadar üzgün olduğunu dile getirdi ve başından beri bize ihanet etmediğini, onların arasına karışmaya çalıştığını dile getirdi. Onların kampında olan her şeyi bana anlattı. Dediklerimi dikkatle dinleyin, sadece Asil diyorum. Aramızdaki tek hain Onur, Asil değil. Berk'in bana anlattıklarıyla Asil'in bana anlattıkları örtüşüyor. Berk'in burada durma sebebi bu. Bana yalan söylemiş olsaydı geldiğim ilk an onun işini bitirirdim zaten merak etmeyin."

"Karşımızdaki nasıl bir düşman olduğunu biliyoruz o zaman," dedi Batuhan.

"Evet, biliyoruz. Bizden çok daha üstün bir düşman ile savaşmaya hazırlanıyoruz. Sayı ve silah üstünlükleri var. Onların beklemediği şekilde bir saldırı yapmamız gerektiğini daha önce söylemiştim. Saldırıdan ziyade savunma. Artık bunları netleştirmemiz lazım. Asil'in dediğine göre bizim saldırmamızı bekliyorlarmış ama biz harekete geçmeyince sabırları tükenmeye başlamış. Bunun da tek bir açıklaması olabilir; onlar bize saldıracak."

"Ne yapmamızı istiyorsun? Kafandaki plan nedir?"

"Bu konuyu gitmeden önce Cansın ile konuşmuştuk. Öğrendiğim şeyleri öğrenmeden önce de aslında aynı fikirdeydim. Onları şaşırtacak bir savunma yapmalıyız. Onur buranın savunmasını en iyi bilen kişi. Herhangi bir yerden çok rahat bir şekilde baskın yapabilirler."

Cansın'a anlattığım şeyleri herkese anlattım. Evimizin çevresindeki binalara geçici savunma alanları yapmamız gerektiğini, haydutların ayak basabilecek yerlere tuzaklar kurmamız gerektiğini, her şeyi anlattım. İlk başlarda olabildiğince sessiz bir şekilde indirmemiz gerekiyordu haydutları ama eninde sonunda silahlı bir çatışmaya gireceğimiz belliydi.

"Emre, Taha, Selen, Batuhan ve Cansın. Toplantıdan sonra etrafta bir gezintiye çıkalım ve neler yapabileceğimize bakalım. Fazla zamanımızın kalmadığını düşünüyorum. Birkaç gün belki…"

Toplantıdan sonra dediğim kişilerle birlikte savunma yerlerini ayarlamak için gezinmeye başladık. Kuracağımız savunma binalarının kaç katlı olduğu şu an için önemli değildi. Genel olarak ikinci veya üçüncü kata savunma alanı kurmamız yeterliydi. Evimizin yanındaki bir binanın en üst katına bir gözlem bölgesi oluşturacaktık. Uzaktan haydutların geldiğini görüp erkenden haber vermeleri için. Bu geceden sonra önemli bir şey olmadığı sürece evimizde değil kurduğumuz savunma noktalarında kalmaya başlayacaktık. Evimizin çevresine 4 farklı savunma noktası oluşturacaktık. Gelen haydutlar herhangi bir çatışma durumunda çapraz ateşte kalmış olacaklardı ve bu da onların savunmasını ve moralini bir hayli bozacaktı.

"Atladığımız bir şey var," dedi Batuhan.

"Nedir?"

"Bağırtanlar."

"Onları neden düşünmemiz gerekiyor şu anda?" dedi Cansın.

"Bağırtanlar sese geliyor ve herhangi bir çatışma durumunda onlarca silah birden ateşlenecek. Etrafa yayılacak silah seslerini düşünebiliyor musun?"

"Evet, böyle düşününce bağırtanları da düşünmemiz gerekiyor," dedi Selen.

"Ne yapacağız," dedi Taha.

"Olabildiğince sessiz halletmeye çalışacağız. Molotof hazırlamamız lazım. Silah sesleri bizden değil onlardan gelirse herhangi bir bağırtan durumuyla ilgilenmek zorunda kalmayız."

"Mantıklı."

"Tuzakları düzgün yerlere koyarsak erken bir saldırıya gerek kalmaz. Onlar tuzaklarla uğraşırken biz ok ve yaylarımızla sıra sıra işlerini bitirebiliriz. Tabii bu da o kadar kolay olmayacak. Bunu siz de biliyorsunuz. Oyun oynamıyoruz. Olabildiğince dikkatli olmalıyız ve yerimizi belli etmemeliyiz."

"Yerimiz belli olduğu anca çatışma başlamış demektir zaten," dedi Emre.

"Bir fikrim daha var," dedi Batuhan.

"Nedir?"

"İlk başta boş olacak savunma noktaları hazırlayalım. Diyelim ki ben A noktasındaki savunma bölgesindeyim. B noktası da boş savunma bölgesi. Eğer benim yerim belli olursa gizli bir şekilde A noktasından B noktasına giderim. Böylece haydutların gördüğü savunma bölgesi tekrardan boş kalır ve ben gizli bir şekilde onları indirmeye devam edebilirim."

"Evet, ama sen A noktasından B noktasına giderken seni görmeyecekler mi?"

"Düzgün bir planlamayla her şey mümkün…"

"Denemeye değer."

Savunma bölgesi olarak kullanacağımız binaları seçtik ve yapabileceğimiz şeyler hakkında konuştuk. Bir makinalı tüfeğimiz vardı ve onu evimizi en iyi gören noktaya koymak zorundaydık. Eğer normal bir haydut grubu olsaydı kapıdan girmeye çalışacakları için makinalı tüfeği girişin önündeki apartmana yerleştirirdik ve onlar girmeye çalışırken hepsini indirirdik. Ama bu grubun içinde Onur vardı ve girebilecekleri her yeri biliyordu. Aylar boyunca yaralandığından beri evimizin savunması Onur'a aitti.

"Kaç tane ayı kapanımız var?"

"Üç."

"Güzel. Bunları alçak duvarların altına yerleştirelim ve üstlerini yapraklarla kapatalım. Hiç değilse birkaç kişiyi yavaşlatmış oluruz."

Ne kadar zamanımız olduğunu bilmiyorduk ama uzun olmadığını biliyorduk. O yüzden elimizi çabuk tutmalı ve işlerimizi halletmeliydik.

"Bu bidonların araçlar için olduğunu biliyorum ama benzini büyük bir patlama için kullanabiliriz," dedi Taha.

"Ne var aklında?"

"Muhtemelen her yeri aradıktan sonra restoranda buluşacaklardır neler olduğunu anlamak için. Birkaç patlayıcı ve benzini doğru yere koyup tutuşturursak büyük bir patlama yaratabiliriz."

"Ne düşünüyorsunuz," dedim diğerlerine.

"Sanırım bu iş bittikten sonra yeni bir kamp yeri bulmamız gerekecek," dedi Cansın.

"Ölmekten iyidir diye düşünüyorum."

"Bu da bir bakış açısı tabii. Ben tamamım, bunu yapabiliriz."

"Güzel. O zaman Cansın ve Taha hazırlıklar için eve geri dönün. Burayı biz hallederiz. Ekstra bir şey olursa telsizden haber veririz."

Emre ile evin etrafında dolaşırken nerelere savunma yapacağımızı konuşmaya devam ettik.

"Şuradaki dış cephesi tuğla olan binayı görüyor musun?"

"Evet."

"Kortların arka tarafını görüyor. Depo ve oyun alanının olduğu yerleri. Oraya bir tane savunma bölgesi oluşturmamız gerekiyor. Arka taraftan giren biri olabilir veya kaçmaya çalışabilirler."

"Olabilir. Şu ana kadar her yeri belirledik sanırım. Son olarak makinalı tüfeği nereye koyacağız onu düşünelim."

"Dışarıdan kulübün tamamını görebilecek bir yer yok. Özellikle restoranın her yeri ağaçlarla çevrili olduğu için apartmanların görüş açısı çok iyi değil."

"Kafanda ne var?" diye sordum Emre'ye.

"Kulübün içine koysak nasıl olur?"

"Kulübün içine mi? Nereye?"

Emre ile beraber tekrardan eve girdik ve otoparkta yürümeye başladık.

"Karşıdaki noktayı görüyor musun? Güvenlik kapısından yaklaşık 10 metre uzaklıkta ve düz bir şekilde restoranı görüyor. Görüş mesafesi de yeterli. Otoparkın ve kır bahçesinin tamamını görüyor."

"Yer olarak çok güzel ama nasıl saklayacağız? Her şey başlamadan önce fark edilirse orada duran kişi için hiç de iyi şeyler olmaz."

"Kamufle etmemiz lazım. Bizim eski kamyonu kullanabiliriz. Makinalı tüfeği dorseye konuşlandıracağız ve üstünü çadır şeklinde kapatacağız. Olaylar başlamadan önce sessiz bir şekilde orada bekleyecek."

"Ama otoparkta tek başına bir kamyon çok dikkat çeker. Otoparka getirebildiğimiz kadar araç getirmemiz gerekiyor."

"Evet, haklısın."

Diğerleriyle konuşup evimizin çevresindeki araçları iterek otoparka soktuk ve kalabalıklaştırdık.

"Sanırım yapabileceğimiz her şeyi yaptık."

"Evet, geriye sadece beklemek kalıyor."

Artık akşam olmak üzereydi ve son olarak oluşturduğumuz savunma bölgelerine erzak koyduktan sonra kampımızı boşalttık. Herkes oluşturulan savunma bölgelerine yerleştirilmişti. Gözlem noktası olarak kullanacağımız yüksek noktaya ise Başak, Çağla ve Sena gönderilmişti. Telsizle bize olup biteni söyleyeceklerdi ama çatışmadan da uzak olacaklardı. Makinalı tüfeğin başına Batuhan ve Bahar'ın geçmesi kararlaştırıldı. Kalanlar ise diğer savunma bölgelerine yerleştirildiler.

"Çağla, duyuyor musunuz?"

"Evet, duyuyoruz."

"Güzel, etrafı sürekli gözetlemeniz lazım. En ufak bir şeyde haber verin. Sadece bu kanalı kullanacağız."

"Anlaşıldı."

Ne zaman geleceklerini bilmiyorduk. O yüzden savunma bölgelerinde en az bir kişinin uyanık olması gerekiyordu. Bu yüzden geceyi nöbetleşe geçirmeyi planladık. Beklemekten hiçbir zaman hoşlanmamıştım ama başka çaremiz yoktu. Savunma bölgesinde Taha ve ben vardık. Yanımızda ok ve yay, Molotof, üç tane otomatik tüfek ve yakın dövüş için baltalarımız vardı. Savunma bölgemiz evimizin hemen ön kısmındaki apartmandaydı ve kır bahçesi, otoparkın tamamını görüyordu. Havuz ve restoranın ise birazını görüyorduk.

Tam karşımızdaki savunma bölgesinde ise Emre ve Cansın vardı. Onlar da tam tersine evin arka tarafını tamamen görüyorlardı. Restoran ve havuzun bizim göremediğimiz kısmını… Bekleyiş gerçekten çok gericiydi. Gelip gelmeyeceklerini bile bilmiyorduk ama Berk ve Asil'e göre sabırları tükenmişti ve elimizde neyimiz varsa almaya geleceklerdi. Bu ev için yıllarımızı ve canlar verdik. Kolay kolay bırakmayacağımızı öğrenmiş olmaları gerekiyor. O sırada telsizden bir cızırtı geldi;

"3. savunma noktasının yaklaşık 100 metre gerisinde bir hareketlilik var."

İşte başlıyorduk.

"Anlaşıldı."