- BÖLÜM
Savaşın kazananı yoktur, kaybedenleri vardır.
Abisiyle tartışmaktan yorulan Okan hiçbir şeyin düzelemeyeceğini anlamıştı. Ozan, ailenin gözbebeği, gelecek vaat eden çocuğu olduğunun farkındaydı. Huzur alanına tecavüz edilmesi, onun hayatın farklı pencerelerinden bakmaya tamamıyla kapanmasına sebep olmuştu. Uyanmak, kahvaltı yapmak, akabinde cuma günü İstiklal Marşı töreninden sonra okulun ana kapısından çıkan öğrenci coşkusuyla ders masasına oturup gününün on iki saatini ders çalışmaya, soru çözmeye ayıran ve bu hapis rutinini sınava kadar sürdüren biriydi. Aynı odayı paylaştığı kardeşi Okan ise ortaokul 3. sınıf öğrencisiydi. Gelecek vaat eden ancak ailenin gözbebeği olma konusunda birinciliği abisi Ozan’a kaptırmıştı. Okan, günlerini okulda ve okul sonrası yakın arkadaşlarıyla geçiren, özgürlüğüne düşkün, ailesinin "Allah’ım sen oğlumuza doğru yolu göster" diye dualarını eksik etmediği, sosyal arkadaşlık ilişkileri güçlü ve liderlik vasfı yüksek bir bireydi.
Ne var ki abisi Ozan, Okan’ın aksine ailenin tam istediği ideal çocuk olsa da kardeşini kendi safına çekmeye çalışmak yerine ona içsel bir öfke duyuyor, abi-kardeş tartışmalarında onu alt etmeye çalışıyordu. Son bir yıldır alt edemediği kardeşi Okan ise alt üst olmakla ilgilenmemekteydi. Sadece Ozan’a karşı içinde bir acıma hissi beslemeye başlamıştı.
Akşam yemeğinden sonra odaya hızlıca yol alan Ozan'ın aksine Okan biraz daha oturma odasında kalıp kumandayla TV’de boş boş zapink yapmasına sinirlenen babası
Agah bey;
-Bırak artık kumandayı akşama kadar anam ağladı iş yerinde maç özetlerini izleyecem.
Hamam böceği görmiş gibi suratını ekşittiğini yemek masası tarafındaki aynada gören Agah Bey kendi babasının bakışlarını yüzünde görmesi ona vicdani bir rahatsızlık ve utanç verse de duruşunu bozmadan Okan’dan gelecek tepkiyi beklemeden;
-Neyi eksik yaptık bilmiyorum abine sunulan tüm imkanlar sana da veriliyor ne var biz söylemeden gidip derlerine çalışsan.
İçinde oğluna duydu şefkat duygusu depreşti yüzü akıl almaz bir dengesizlikle değişerek çatık kaşları düştü, alt dudağının dışa çıkışıyla ağlamak üzere olan bir çocuğun yüzüne dönüştü. Okan babasındaki bu değişimlere duygu durum bozukluklarına alışık olduğundan TV ekranından gözünü ayırmayarak;
-Müzik öğretmenimizin söz-müziğini yaptığı şarkıyı söyleyecek bu grup o ses Türkiye'de, İzleyip hemen gidecem.
Okan babası; Kayserili Agah Bey’in her ne kadar emlak sektöründe Ankara’nın önde gelen isimlerden olsa da Digiturk alıp canlı canlı maç izlemek varken üç kuruşuna kıyamadığı için özetleri de canlı maç izleme tutkusuyla izlemek istediğini, bu sebepten telefonundan maçların sonuçlarına bile bakmadığının farkındaydı.
Mutfaktan
-Uğraşma çocukla
diye seslenen Hamiyet Hanımın sözlerine bir tepki gelmeyince yünlü ev terliği parkeye sürte sürte oturma odasına geldi, dirsekleri aşağıda ellerini yukarı doğru bakacak şekilde bulaşıktan kalan köpüklerle elinden akmaması için gayret gösterirken bir yandan da üçlü koltuğa yan dönerek uzanmış kocasına;
Okan nerede? Diye sordu
Kanepenin arkasında ayakta dikilen Karısına doğru kafanı çevirip baktığında yüzündeki sanki kıyamet kopmuş gibi alışık olduğu endişeli halini görüp istifini bozmadan kafasını tekrardan TV çevirip;
-Odasına gitti.
-Agah ne istiyorsun bu çocuktan.
Hamiyet Hanımın yüzündeki endişe yerini baba olduğunun farkında olmayan evin içinde sadece kendi keyfi nasıl isterse öyle yaşayan yıllardır bu sorumsuzluğu evinin dışına gizlemeye çalışmaktan yorulan kendisi için değilse de mesele çocuklar olduğunda pençelerini çıkarmaktan çekinmeyen öfkesine bıraktı.
-Ben ne isteyecem okuyup adam olmalarından başka ne isterim. Abini örnek al derslerine çalış demekten başka ne demişim.
Eşinin yüzündeki arıza çıkartıp geceyi zindan edeceğini anlayanmış ve elinden geldiğince madur taraf olmaya çalıştı.
-Agah ben taa mutfaktan duydum çocuğu kendi evinde rahat bırak TV senden benden başka kimse açmıyo kırkta bi çocuk bişeye bakacak. Bu evi zindan etme bize Ozan’ı ne hale soktun sınav ders diye diye.
Tuvaletin ışığa basma sesiyle kapısının açılıp içeri girilmesi bir oldu. Ozan anne babasının konuşmalarını duymuş ve ben buradayım evin içinde sadece bir varlık olduğunu hissettirmişti.
-Agah ben sana ne diyeyim.
Dedikten sonra tuvalete girenin Ozan olduğunu anlayan Agah Bey olan yanlışın sorumluluğunu üstüne hiç almadan tüm sorumluluğun senin çenen yüzünden olduğunu hissettiren bakışlarıyla.
-Asıl ben sana ne diyeyim Hamiyet.
Ozan lavaboda kesmediği el tırnakları avuç içlerini sızlatana kadar yumruklarını sıkarken babasının onu ortaokulda Okan yaşlarındayken emlak ofisine götürüp tuvaleti, lavaboyu ve ofisi temizlettiği günler aklına geliyor. Sırf içine kapanık birisi olduğu ve cevap verecek cesareti kendinde bulamamasından kaynaklı ofise gelenlerin yanında babası tarafından küçük düşürüldüğü günleri en ufak yanlışında beceriksiz benim oğlan bu çocuğu camide mi bulduk desek diye konuşmaları hatırlıyor.
Hayata tutunmaya olan inancını ve özgüvenini daha çocuk yaşta kaybeden Ozan kendisini derslere vererek okumayı bir iş bir görev edindi. Kardeşinin kendine olan özgüveni ve dışa dönüklüğü Ozanı hep rahatsız ediyordu. Bu düşünce sarmalından kurtulmak için yüzüne su çarpıp lavabodan çıkarken annesinin sesiyle kafasını oturma odasına çevirdi.
-Oğlum meyve ister misin? Derken bir bıçağın ucuna soyulmuş ve saplanmış elma dilimine bakan Ozan sanki biraz önce benim yaşayan bir ölü olarak bahsetmemişler gibi düşünceyle;
-Hayır anne sağol.
Kısa cevabıyla odasına girdi.
Balkonda hava alıp odaya geçen Okan;
Odanın içine girdiği andan itibaren ozanın masayı kucaklayıp kaldıracakmış gibi ders kitaplarına abanmasını gören Okan kendi masasındaki dağınıklığın kitap defterlerin iç içe geçmiş olması yenmiş çikolata ambalajının parlayan jilatinindeki eriyik haldeki çikolata damlaları onu odanın içindeki ruh sıkıcı havayı daha da tazeler oldu ve telefonundan Serhatı aradı Kanka bana TV plusın şifresini göndersene babam TV yi zapt etti TV8 telefondan izleyeceğiz artık napalım. Ozan masada doğrulmuş soru bankasındaki soruyu çözmeye çalışıyo Okan'ın telefondaki kahkahalarını duydukça kalemiyle soru bankasını delik deşik ediyordu. Abisinin bu öfke halini gören Ozan -Tamam kanka sen WhatsApp şifreyi atarsın yarın görüşüz Diyerek telefonu kapattı ve abisiyle kendini eşitleyebilmek için onun kadar nasıl acı çekebilirim diye düşünmeye koyuldu..
***
Hamiyet Hanım, hastaneye gitmek için bindiği otobüsten, havanın umut verici kadar güzel olması ve çantasında güneş gözlüğünün olduğunu bilmesinin verdiği cesaretle, 2-3 durak önce indi.
Duraktan hastaneye doğru ilerlerken, yaya kaldırımıyla apartmanların bahçe duvarlarının arkasında sıra sıra dizilmiş kayısı ağaçları, yollarına çiçekler sermiş dallarında yeni yeni yeşermiş yapraklarıyla Hamiyet Hanım’ı, bu kısa yolculuğunda selamladılar.
Hamiyet Hanım hastaneyi avucunun içi gibi bilmesinin sunduğu rahatlıkla kadın doğum polikliniğinde kapının üstündeki yazan ekranda Dr. İpek DOĞRAMACI’nın önünde sırasının gelmesini beklerken, kapının karşısında üçlü bekleme bankında gözüne boş bir yer çarptı. Bankta oturan; Yüzü dalgın, elinde numaratörden aldığı üzerinde ‘6’ yazan, kibrit kutusu büyüklüğündeki kağıda bakan kadın, Hamiyet Hanım’ın dikkatini çekmişti. Siyah ince pardösülü, koyu yeşil ve siyah tonlarında başörtülü, kucağında siyah bir kol çantası ve kızının barbie’li okul çantasıyla, hamile olduğuna inanamamakla saklamak arasında bir anlam yüklü olan bu kadın, kafasını kaldırıp ekrana doğru baktığında, bankta boş olan yere doğru ilerleyen Hamiyet Hanım’ı baştan aşağı süzdü.
Hamiyet Hanım, küçük kızın yanında yer bularak oturdu. Küçük kız, anaokulu gösterilerinde giydirilen; üst kısmı koyu, etek uçlarına doğru açık eflatun renkli bir prenses elbisesi, beyaz önü kapalı fakat üstü açık kemerli ayakkabıları, yine beyaz, ayak bileğine kadar kenarları dantelli çoraplarıyla çok mutlu ama hastanede olmanın verdiği sıkıcılıkla, prenses kafasını tavanla duvar arasındaki ince çizgiye sabitlemişti. Kollarıyla çiçek olarak, ne kadar sıkıldığını; oflayıp puflamalarından ve oturduğu bankta yere yetişmeyen bir o ayağını bir bu ayağını sallayarak, annesine ve tüm dünyaya anlatmaya çalışıyordu.
Hamiyet Hanım, prensesin bir tane bile dağılmamış, at kuyruğu yapılmış siyah saçlarını sıvazlayarak;
-Adın ne senin, prenses. Diye sordu.
Sıkıcı havanın kaybolacağı umuduyla ne yapacağını tam kestiremeyen prenses, annesine dönerek, ne yapması gerektiğini sorgulayan ışıl ışıl zeytin gözleriyle baktı.
Annesi;
-teyzeye adını söylesene kızım.
Diye prensese onay verdi.
Prenses, annesinden aldığı onaylanma hissi, özgüven duygusu ve canlı bir sesle;
-Bahar.
Dedi.
Hamiyet Hanım, küçük kızla kurduğu bu ilk bağla ve isminin Bahar olduğunu öğrenmesiyle, kol çantasından küçük kız çocukları için taşıdığı üzeri plastik incilerle kaplı üçgen tel tokayı küçük kıza verirken:
-Benim adım da Hamiyet, prenses. Bu toka sana çok yakışacak.
Dedi.
Bahar, kafasında plastik açık pembe prenses tacı olduğu için toka takmak istemedi. Hastanenin gözdesi olduğunu hissetmesiyle gelen özgüven duygusunun yerini egoya bırakmak üzereyken, annesi:
-Teşekkür etsene kızım, Hamiyet teyzene.
Dedi.
Kurmak üzere olduğu hayal aleminden çok hızlı bir dönüş yapan küçük prenses;
-Teşekkür ederim Hamiyet teyze.
Dedi ve ön süt dişleri dökülmüş olduğu için çok sevimli duran haliyle gülümsedi. Sıkılma hissini üzerinden atan Bahar, annesinden oynamak için cep telefonunu aldı.
Hamiyet Hanım:
-maşallah, Bahar çok tatlı. Hanım hanımcık bir prenses.
Dedi.
Annesi:
-Bahar’ım eksik olmasın, annesinin yanından hiç ayrılmaz. Bugün kontrole geleceğimi akşamdan duydu, okulda 23 Nisan gösterisine hazırlığını bile yok sayıp yanıma gelmek istedi. Bana çok düşkündür.
Dedi ve gözlerini telefonla oyun oynayan kızına çevirdi.
Annenin, kızını severken çocuk gibi masumlaştığını gören Hamiyet Hanım, doktorun odasının kapısının açılmasıyla ekranda ’’6 Numara ve Ays… Gör…’’yazısını gördü.
Kadına dönerek:
-İsminiz Aysel mi?
diye sordu ve ekledi:
-Sıra sizin, 6 numara.
Apar topar Bahar’ın çantasını alıp, kendi oturduğu banka koyan Aysel, Hamiyet Hanım’a içten bir gülümsemeyle:
-evet Aysel.
Dedi ve ardından:
-Ben kontroldeyken, Bahar sizle otursa bir mahsuru olur mu?
diye sordu.
Hamiyet Hanım, sevecen bir gülümsemeyle:
-Bizi hiç merak etmeyin, siz işinizi halledin.
Dedi.
Sıranın kendine gelmesini bekleyen Hamiyet Hanım, uzun uzun Bahar’ın saçlarına bakarak, doktorun bir önceki muayenesinde söylediği şu sözleri kafasının içinde yankılanırken buldu kendini:
-Artık rahmi almalıyız. Bu süreçten sonrası, kanserin metastaz yapıp tüm vücuda yayılma riski çok yüksek.
Bu cümleler, zihninde dönüp duruyordu.
Hamiyet Hanım, kendi annesini rahmi alınırken fazla kan kaybı sonucu kaybetmenin korkusuyla mı sarsılıyordu?
Yoksa hayatında ne bir kız kardeşi ne de bir annesi olduğu için kendini yalnız hissetmekten bunalmış mıydı?
Kocası tarafından anlaşılmayan bir eş olarak kalmanın bir anlamı olmadığını mı düşünüyordu?
Yoksa kendisiyle dertleşip onu anlayacak bir kız yaratmak isteyecek kadar aciz miydi?
***
Agah Bey, son bir yıldır kendisine ait ve kendi soyadını taşıyan Şanlıer gayrimenkule ait olan, Ankara’nın en prestijli ve iddialı projesi olan, West Park Yaşam Merkezi şantiyesinde bulunan satış ofisinde, günlerini yoğun bir iş temposuyla geçiriyordu.
Müşterilere projeyi tanıtıp gezdirmek, onları ne kadar kârlı bir yatırım yapacakları konusunda ikna etmek, işin en önemli parçasıydı.
Ümitköy 2432. Cadde’de bulunan merkez ofise, akşamları eve gitmeden önce uğruyor, gün içerisinde yapılan rutin işleri takip etmek amacıyla personelinden raporlar alıyor ve ortalığı kolaçan ediyordu.
Babasından miras kalan emlak işini daha da ileriye taşımayı hedefleyen Agah Bey, yıllar içinde edindiği siyasi bağlantılar sayesinde, önceden satın aldığı arazilerin imar izinlerini alarak büyük projelere imza atmıştı. Belediyelerin üstlenmesi gereken alt yapı çalışmalarını bile kendi yatırımlarıyla tamamlamış, bu sayede Ankara emlak piyasasında sadece bir emlakçı değil, sektörün vizyonunu değiştiren bir iş insanı haline gelmişti.
Boş araziden anahtar teslim projeler üretme anlayışını piyasaya kazandırarak, pek çok müteahhide ilham veren bir isim olmuştu. İş dünyasında agresif ve kararlı adımlarıyla güçlü bir figür olarak tanınsa da aynı özveriyi kendi ailesine sunamamıştı.
Agah Bey’in gözbebeği olarak adlandırdığı West Park Yaşam Merkezi şantiyesinde, bugün sabah saat:09.00’da Garanti BBVA İnşaat Emlak Müdürlüğü temsilcileriyle önemli bir görüşmesi vardı. Bu yüzden akşam, Hamiyet Hanım’ın hastane randevusuna gelemeyeceğini söylemiş ve doktordan sonra kendisini arayıp bilgilendirmesini söylemişti.
Temsilcilerle şantiye sahasını ve banka için projelendirmek istedikleri alanı gezdiriyordu. Eskişehir Yolu’na en yakın noktada yer alan ve ‘’yaşam merkezinin kalbi’’ olarak adlandırdıkları bölgeyi tanıtırken, saat 11 sularında telefonu çalmaya başladı.
Yoldan gelen yoğun araç sesleri nedeniyle telefonu duyamasa da titreşimi hissetti. Ekrana baktığında ‘’Hanımım’’ yazını görünce tereddüt etmeden telefonu açtı.
Ses kirliliğinden ötürü eşinin sesini daha iyi duyabilmek için boş ofislerden birine girerek kapıyı kapattı.
-Agah, sana ihtiyacım var.
Dedi Hamiyet Hanım, titrek ve içli bir ses tonuyla.
Eşinin bu sesinin, ilk çocuklarını düşürdüğündeki ses tonuyla aynı olduğunu fark eden Agah Bey, hiç beklemeden:
-Şu an neredesin?
Diye sordu.
-Evdeyim…
Yanıtını alınca, durumun ciddiyetini fark etti.
-Tamam, ben hemen geliyorum.
Dedi ve hızla dışarı çıktı.
Şantiye şefine konuklarla ilgilemesi için talimat vermeye çalıştı, ancak kelimeleri toparlayamıyordu. En sonunda ‘’O iş sende!’’ diyerek ofisteki muhasebeci çocuğa döndü ve anahtarları uzatarak:
-Beni en hızlı şekilde eve götür!
diye emretti.
Muhasebeci çocuktan gelecek yanıtı bile beklemeden, hızla arabaya yöneldi.