Aklım ve kalbim öyle bir savaşa girdi ki ben sağ çıkamadım.



Bir kış gecesi. Buz kırağı bir hava, kar delicesine yağıyor. Dışarısı beyaz bir çarşafla kaplanmış gibi. Pencereden tam karşımdaki kavak ağacını izliyorum. Fırtınadan öylesine savruluyor ki ha devrildi devrilecek derken yeniden ayağa kalkıyor.

Eğilse de düşmüyor. Eskisi gibi dimdik duruyor.

Bir de çınar ağacı var bir tane. Savrulmuyor, eğilmiyor, kırılmıyor. Nasıl da heybetli duruyor. Oysa içten içe çürüyor.

"Yine dalmışsın." demesiyle irkildim. Hemen kafamı çevirip ona baktım. Bir bardak çay uzattı. Ellerim buz gibiydi, bardağı avuçlarıma alınca fark ettim üşüdüğümü. Pencerenin aralıklarından soğuk giriyordu. Yerimden kalkmadım. Kafamı yasladığım camdan kaldırdım ve ona doğru döndüm. "Ağaçları izliyordum. Kavak ağacı nasıl da hışırdıyor." Tekrar kavak ağacına baktım. Derin bir nefes aldı: "Savaşıyor." dedi. Soran gözlerle ona baktım. "Uzun ince bir ağaç. Dışardan bakınca sağlam değil dersin. En ufak fırtınada yıkılır gider dersin ama kavak savaşır. Sağa sola savrulur ama tekrar ayağa kalkar. Bu hışırtı onun savaşının hışırtısı. Fırtına biter yine açar yapraklarını." O bunları anlatırken kavak ağacını izliyordum, gözüm çınara kaydı. "Peki ya çınar?" Göz ucuyla ona baktım. Çınar ağacına bakıyordu. "Bakma güçlü göründüğüne en çok o zarar görür. Baba gibi." Son cümlesi aklımda soru işareti yaratmıştı. "Baba gibi mi?" Güldü. Çayından bir yudum aldı. "Baba gibi. Hiçbir şeyi belli etmez içine atar. Dışarıya yansıtmaz ama içinden ölmeye başlar. Yavaş yavaş dışına vurur ama kurtarmak için vakit kalmaz. Kavaklar anne gibi. Eğilir bükülür ama dimdik durmasını bilir. Peki ya sen? Savaştığını herkese gösterir misin yoksa içinden mi verirsin mücadeleni?"

Bu soruya verecek bir cevabım vardı ama sustum. Ellerimi ısıtan bardağı daha da sıktım avuçlarımda. Tekrar dışarıya bakmaya başladım. Kar şiddetini artırmıştı. Kavak ağacının hışırtısı içimdeki fırtınaya eşlik ediyordu. Gözlerimi kapattım.

Eğer zamanı geriye alabilseydim her şey daha farklı olur muydu yoksa olması gereken bu muydu? Nerede hata yaptım bilmiyorum ama bu beni çok yaraladı. Güzel yüzü gözlerimin önünde canlanıyordu şimdi. Saçı güneş yüzü ay gibi. Öyle güzel gülüyor ki içimde çiçekler açıyor o gülünce. Gözleri öyle güzel bakıyor ki bana kendimi unutturuyor. Bazen öyle bir bakıyor ki o gözler hançer oluyor kalbime saplanıyor. Şimdi nerde, ne yapıyor bilmiyorum. Biz yan yana gelebildik ama aslında aramızda mesafeler vardı. Çok uzak fazla yakındık. Neden böyle oldu bilmiyorum ama böyle olmamalıydı. Biz bunu hak etmedik. Şimdi aramızda daha da mesafe var. Artık göremiyoruz, haber alamıyoruz. O bilmiyor ama ben onu çok özlüyorum. O bilmiyor ama onu düşünmekten başka bir şey yapmıyorum. Her gün o da gelecek mi diye yolları gözlemeyi özledim şimdiden. Geldiğinde bakamamayı da. Gizli gizli bakmayı, doya doya izlemeyi özledim. Seninle konuşmayı, konuşmamayı, konuşamamayı...

Onunla uyuyor onunla uyanıyorum. O, bende öyle bir iz bıraktı ki hep kalacak, benimle yaşayacak.

Dünya, evimin önünden, oyun oynadığım sokaktan ibaret değilmiş. Büyüyünce anladım. Düşerken artık yalnızca dizlerim parçalanmıyor. Annemin gözleri artık soğan doğrarken yanmıyor.

Alışmak böyle bir şey mi?

Hayat yalnızca arkadaşlarımdan ve sokakta oynadığım oyundan ibaret değilmiş. Tek derdim akşam ezanı okununca eve dönmek olmayacakmış.

"Ne olacaksa cesaretsizliğinden olacak." dedi. Gözlerimi açtım. Çay soğumuştu. Ellerim tekrar soğumaya başladı. "Ben cesaretsiz değilim her şeyi yaptım." dedim. "O bunu biliyor mu?" dedi. Durdum. Bilmeliydi. Ben daha önce kimseye karşı ne böyle bir şey hissettim ne de bir şey yapmıştım. "Görmedi." diyebildim sadece. Gözlerim dolmaya başlamıştı, burnum sızlıyordu. "Görmedi değil, sen göstermedin." dedi emin bir şekilde. Aynı şekilde ben de "Ben daha ne yapabilirim ki? Elimden geleni yaptım." dedim "Yalnızca sen gördün bunu. Kendince bir şey yaptığını sandın. Dışarıdan hiçbir şey göstermedin o da görmedi. Hepsi bu." Hiçbir şey diyemedim. Gerçekten ben mi görmüştüm sadece? Bilmiyor muydu? Anlamamış mıydı? "Çınardan ne farkın var şimdi? Kimse görmedi seni. İçinde yaşayıp gittin şimdi ne kaldı ellerinde?"

Koca bir hiç.

"Sen kendini kavak sanıyorsun ama tıpkı çınarsın. İçten içe ölüyorsun farkında değilsin." Bu sözlerin ardından kirpiklerime tutunan damlalar kendini bıraktı ve yanaklarımın uçurumundan süzülmeye başladı. "Eğer doğru kişiyse bir gün tekrar buluşursunuz. Elbet bir gün yollarınız kesişir. Ayrı olsanız da aynı gökyüzünün altındasınız. Baktığınız yıldızlar aynı. Ayrı olsanız da aynı denizin sularına bakıyorsunuz. Ruhlarınız bir ise mesafe ne olursa olsun siz zaten kavuşmuşsunuz demektir. Hissediyor musun?" dedi yavaşça. Kafamı evet der gibi aşağı yukarı salladım. Hissediyordum, o benimleydi, bendeydi. "Kim görürse görsün savaşını. Eğil, bükül, kırıl, üzül ama yine kalk ayağa. Susturma savaşını, içine atma göster herkese. Yoksa içini kemirir bomboş kalırsan ne yaparsın?" Gözyaşlarımı sildim. Ciğerlerimi derin bir nefesle doldurdum. Başımı dimdik kaldırdım. "Benim hâlâ umudum var." dedim. "O da olmasa ne var ki elimizde?"

Tekrar kavak ağacına baktım. Şimdi daha da gürültülüydü. Fırtına daha da şiddetleniyordu. Öyle eğiliyordu ki devrilecek diye ürküyordum. Ama biliyordum devrilmeyeceğini.

Her kışın sonu bahardı.


Zaman öyle bir geçti ki tutamadım. Dursun istedim durduramadım. Günlere katı bakmaya başladım, perdeleri açmaz oldum. Kara yazı mı yazıldı yoksa kaderimiz mi böyle? Sorulara cevap bulamadım. İnsanın kaderi böyleymiş, kader bana kara yazılmamış. Neydi beni kızdıran şey? Nerede o yârim? Anılara kapılmamalıyım belki de, bu dünyanın düzeni de böyle.


Zaman gaddar ama benim umudum hep var.



  • Erkin Koray-Öyle Bir Geçer Zaman Ki