Bir insan nasıl çıkardı bu kadar benlikten?

Nasıl bu kadar incelebilir?

Ve nasıl kopardı oradan?

Ben acıya da razıyım.

Ona da razıyım vallahi.

İncinebilirim, ama inceltmeyin beni.

Üç gün önce, taptazecik bir aşk buldum daha yeni.

Yepyeni.

Sahi üç gün müydü?

Üç gün gibi geçen bir ömür mü?

İnceldim mi yoksa?

Tanrı'm hayır.


Daha tazecik küçük bir kız çocuğuyken,

Geceleri uyumadan önce dudaklarım kuruyana kadar dua ederdim.

Gözlerime yenik düşüp duanın yarısında uyuyakalınca,

Sabah kalkıp Tanrı'dan özür dilerdim.

Öyle büyük bir sevgi dilenirdim ki Tanrı'dan,

Öyle büyük ve içime sığmayacak,

Delirmek için dilenirdim.

Ve Tanrı, her gece yarım kalan dualarımın başını okşardı bilirdim.

İnceldim mi Tanrı'm?

Sence incelediğim yerden kopacak kadar incittiler mi beni?

Yoksa bana üzüldün de,

O yüzden mi bıraktın avuçlarıma bu taptazecik aşkı?

Peki ben Tanrı'm üzdüm mü seni?

Oysa,

Ah!

Oysa sana sarılmak için delirirdim ve annem,

Annem Tanrı'ya sarılamazsın derdi.

İçimin acısı hâlâ şuramda.

Ben o zamanlar sana sarılmama izin vermeyecek kadar kibirlisin sanmıştım.

Kollarımın sana sarılacak kadar kudretli olmadığı aklımın ucundan geçmedi inan ki.

Affet Tanrı'm.

Halbuki beni sevmesen,

Bu kadar büyük bir sevgiyi içime koymazdın değil mi?

Bu arada ben küçükken içimize koyduğun şeyleri

gökyüzünden hemostatik pens ile koyduğunu sanırdım.

Tabii o zamanlar hemostatik pens ne bilmiyorum cımbız gibi bi' şey işte.

Seninle ne çok sohbet ederdik...

Öyle huzur dolu, öyle bilinmez...

Yine her zamanki gibi çok konuştum değil mi?

Bu kadar çok insanı nasıl dinlediğini de merak ederdim.

Sonra annem senin meleklerinin olduğunu söyledi.

Keşke benim de olsaydı.

Bir tane bile olsa yeterdi.

Hatırlıyorum senden melek de dilendim.

Dualarımı yarım bıraktığım ve seninle uzun sohbetler ettiğim evdeyim 

Şimdi düşününce Tanrı'm,

Ben beni ne çok kaybetmişim.