Semtin delikanlısı Kesik Osman, taşlı yolda göğsü dışarıda, başı da hafif göğe doğru bakacak şekilde yürüyordu. Yanından geçenler, arkasında kalanlar, penceresinde yeni yıkanmış iş kıyafetlerini balkonuna asan kadınlar bu delikanlıya ihtirasla bakıyordu. Çocuklar ise büyüyünce herkesin Kesik Osman’a baktıklarını gibi bakmasını hayal ediyordu. 

Tüm bunlardan habersiz olan Osman, yaşlanmış dökülmüşçesine duran Nişancı Mehmet Paşa Cami'nin yanından geçiyordu. Az sonra da Atikali’nin en eskilerini, torun sevmekten başka işi olmayanları toplayan Arap Bedir’in kahvesine gelmişti. İçeri her zamanki ağırbaşlılığıyla girdi. Etrafı göz ucuyla süzdükten sonra Mümtaz amcasının, mahallenin terzisiyle konuştuğunu gördü. Herkesin duyacağını şekilde selamını verip kahvenin kuytu köşesinde yer alan sandalyeye oturdu. Mümtaz amcasının gelmesini bekledi. Arap Bedir’e iki demli çay getirmesini söyleyen Mümtaz, Osman’ın yanına geldi. Heyecanlıydı.


“Hoş geldin oğlum, nasılsın?”

Hoşbeşi pek sevmeyen Osman hemen konuya girme isteğiyle:

“İyiyim Mümtaz Amca, dün Selim bir şeyler söyledi. Beni çağırtmışsın.”


Gözlerini tüm keskinliğiyle Gülizar’ın babasına, Mümtaz amcasına çeviren Osman, gelen çayından bir yudum aldı. Mümtaz ise endişeli ve biraz tedirginliklikle anlatmaya başladı.


“Osman... Oğlum... Başımızda bir bela var. Aylardır burnundan getiriyor semtin. Topal Ali diye biri belki duymuşsundur sağda solda kanunsuz işler yapıyor. Sidiği bize de bulaştı şimdi. Her ayın başında damlar buraya gelir haraç ister. ‘Biz sizi düşünüyoruz abiler. Belalardan koruyoruz yarın öbür gün çocuklarınızın başınıza bir şey gelmesin diye’ diyip kıs kıs gülüyorlar üstüne. Biz de karar verdik. Bu böyle gitmeyecek madem önünü keselim bir daha buraya uğramasın. Gerekirse öldürelim ama artık esnafı rahat bıraksın. Garibanlar ne kazanıyor ki? Düşündük günlerce senden başka bu işi yapabilecek biri gelmedi aklımıza.”


Mümtaz susmuş, Osman’ın keskin bakışlarından gözlerini kurtarıp çayına yönelmişti. 


“Peki Mümtaz Amca, kimdir bu Topal? Kaç kişiler ve nerede nasıl yaşarlar?”


Mümtaz Amca teklifi kabul edeceğini biliyordu ama böyle direkt kabullenmesine şaşırmıştı. İçinden ‘Helal olsun ulan. Genç olmak vardı şimdi seninle neler neler yapardık be’ dedi.

Gençliğini hatırlamıştı. Duygulandı. Ellerini Osman’ın omuzlarına koydu.


“Osman'ım eğer istemiyorsan söylemen yeter. Seninki de can. Yani daha gençsin, bu işin başıda sonuda tehlikeli. Eğer ben yokum dersen...”


Osman’ın hoşuna gitmişti bu davranış. İleride belki de babası olacak bu adama saygıyla baktı. Çaresizdi adam. Utanıyordu. Anlamıştı Osman. 


“Üstesinden geliriz be Mümtaz Baba. Kimse canını sıkmasın, hele sen hiç büzülme böyle. Allah sağlam bir yürek vermiş. Hakkını verelim biz de. Şimdi anlat bana. Sualime cevap ver.”


“Oğlum... Bunlar...” Yutkundu. Derin nefes aldı. “Bunlar dört kişiler. Topal, çok nadir gelir. Adamlarından Kara Mehmet’i gönderir hep. Bu akşam, yani birkaç saate gelir o da. Gördüğüm ve bildiğim kadarıyla bir Topal’da bir de Mehmet’te silah var. Diğerleri çoğunluk çakıyla gördük. Bir de sanırım Şehzadebaşı’nda bir kahvede otururlarmış.”


“Gelsin bakalım Kara Mehmet. Fırsat bu fırsat. Gün bu gün Mümtaz Amca. Ben yine burada otururum o gelince sen de her zamanki yerinde.”


Uzun uzadıya konuşulmuş neyi nasıl yapacaklarına karar vermişlerdi. Kahvede herkes yerini almış sıradan bir akşammış gibi bir hava yaratılmıştı. Osman köşesinde, ‘Silah olmasaydı iyiydi.’ diyordu kendi kendine. Kara Mehmet ise bu korkak semte çekinmeden girmiş sağa sola tükürerek kahvenin önüne gelmişti. İçeri çaktırmadan süzdü. Her zamanki halindeydi. Köşede bir genç gördü ama aldırmadı. İhtimal babasını bekliyordur dedi. Düşünceleriyle birlikte içeri girdi. Hiçbir şey demeden Mümtaz’ın yanına geldi. 


“Çay sana yaramıyor Mümtaz. Sana acı su gerek. İyice yaşlanmışsın hem.”


Mümtaz birazdan olacakları düşünüyor nasıl bir sonucun çıkacağını hayal ediyordu. Heyecanını Kara Mehmet’in sezmemesi için cevap vermedi. Sesi titreyebilirdi. Her zaman parayı verdiği Arap Bedir’in ufak bölmesine Mehmet’le birlikte girdiler. Mümtaz Amca titreyen elleriyle paraları sayarken Osman, kahve çıkışının hemen yanındaki merdivenlere dayanmış, Kara Mehmet’in önünden geçmesini bekliyordu. Kendi kendine: ‘Silahı olmasaydı iyiydi.’ dedi. Hızlıca soluyordu. Mehmet paraları almış çıkmak üzereydi. Kesik Osman ise çakısını çıkarmış gerekeni yapmak için hazırdı. Mehmet kapıdan adımını atar atmaz kahvenin köşesinde gördüğü kesik yüzlü genci tam karşısında gördü. Görmesiyle birlikte kalbinin üstünde bir soğukluk hissetti. Ellerini tam silaha götürürken ağır bir yumrukla yıkılan Kara Mehmet hareket edemez olmuştu. Kahve halkının tüm yaşlıları da dışarı çıkmış yerde uyur gibi uzanıvermiş adama baktılar. Ölünün yanına yaklaşan Kesik Osman, Kara Mehmet’in kalbine saplanmış çakısını çekip ölünün üstüne sildi. Cebinden para ve silahı almıştı. Elleri kanlı bir şekilde Mümtaz amcaya doğru geldi.


“Para da sizin silah da.”  dedi Osman. Evine doğru gidiyordu. Arkasından hayran bakışlarla seyreden kahve halkı kendi aralarında hararetle konuşuyorlardı:


“At da onun avrat da,”

“Sahici bir delikanlıymış. Baksana, çakıyı tam kalbine saplamış.”

“Emdiği süt helaldir ona. Bir beladan kurtardı bizi.”


Mümtaz amca ise hem kahve halkının Osman’a yaptığı övgüleri dinliyor hem de ‘Ya şimdi ne olacak, bitti mi yoksa daha felaket bir hal mi aldı?’ diye düşünüyordu. Şüphesiz felaketti, şüphesiz felaket yeni başlıyordu onun için. İleride başına geleceklerden habersiz, cesedi kaybetmesi için emirler vermiş, herkesin ağzını sıkı tutması gerektiğini ve kahvenin de bir iki hafta kapalı kalmasını söylemişti. 


Ömründe hiç olmadığı kadar düşünceli bir şekilde omuz omuza vermiş evlerin önünden geçerek güzel kızının yanına, Gülizar’a; evine doğru yol almıştı.


Devam edecek...