Uslanmaz bakışlarım, uslanmaz!
Göğsümden kayıp giden bu kağıt kesiğini andıran firkat
Yine öylece süzülüyor damla damla yüreğimden
Öyle ya, küçüktür yarası kağıt kesiğinin
Ama sızısı muharebe meydanı kadar derindir
Çünkü bilirim ben
Özlemin sokağına bakan en güzel pencere senindir.
Kurtuluşa dörtnala koşan atların sesleri unutulmamalı şimdi
Kuşlar özgürlüğe uçmalı
Ne yapıp ne edip bu huysuz sevdalardan kaçmalı…
Harabe bir şehri andırır güneş doğmayan sevdalar.
Ah, kimse bilmiyor nedir bu hislerin aslı
Vurdumduymazlıkların uçurumundan atlayan yokluklar.
Nasıl yetişmeli şimdi kan kırmızısı günlere
Bir dokunsam
Gökyüzünü kusacak donuk bedenlere
Sevda yüklü çağlar hor görülür
Belli edersen hislerini yıkılırsın
Aşkın celladına sarılır, giyotin saçlarından mahşeri boşlukta kıyılırsın.
Çünkü mahşer bile hor görülür
Ölüme gözlerin kapatıldığı bu asılsızlıkta
Ne güzel ölünür.
Ve bir gün doğar hasf-ı kamerin arefesinde
Hudutlarından bir toprak tüter bilinmezlik
Bilinir artık en ışıksız gecelerde
Hiç bu kadar zararda ve ziyanda değildi yıllar
Ve yollar kapanmamıştı hiç bu kadar.
Yetiş
Yetişebiliyorsan bugün vakit çok erken
Serabı gizli aşk çölüne giderken
Oysa artık yok gözleriyle gözlerine değdiğin bir sevda
Yitirilmiş elleri kanlı zamanda
Ayakları çıplak ve soğuk ve tüyler ürperten her bir veda.
Şiirlere kayıp ilanı asılmış tarifi zor gidişlerini
Bilirler o koca göğü bile terk eden adamlar
Bilirler, sonra bildiklerini unuturlar.
Çünkü unutturur fotoğraflara sıkılmış gözyaşı kurşunları
Ateşlendikçe yıkıyor bir bir satırları.
Ve bir an sessizlik çağladıkça karanlığın oynuna
Yankılanır mevsim dolu bir bulut acıların boynuna
Nereden baksan taşırır insanı bu yük
Bu acı kahpe, bu acı vurgun, bu acı sevgiden de büyük.