Düşündüğü zaman durmak onun âdetiydi. Ama öyle yürümeyi kesip durmak değil, hücrelerine varıncaya, güneş sisteminden aşıp ne olduğunu hiç anlamadığı, duymadığı şeylerde bile. Hoş, buna düşünmek denmezdi. Düşünce, bilinen üzerinden hareketle ortaya çıkıyor ve bilinmeyene de hayal aracılığıyla uğranılıyorken o, ne bilmediğini de bilmeyerek, zaten bildiğini de bilmeyerek bu zihinsel işlemi yaşıyordu. İyi de onun yaptığı hiçbir zaman zihinsel bir devinim olmadı. Herkese bunun böyle olduğunu inandırmak için çaba da göstermedi. İnsanlar da aptal mıdır nedir? Kimse bu adam ne yapıyor, ne ediyor demedi; aksine herkes onu böyle olmaklığıyla tanıdı, kabul etti, sevdi mi, orasını henüz bilmiyoruz. Herkes onu böyle zeki, böylesine gizemli bilirken o kendine ‘aptal adamım ben’ desin, iyi mi? Düşünmek, sanki sadece onun için vardı da yalnız o, düşünmek için yoktu. O kadar çok şey vardı ki düşünemiyordu bile o kadar şeyin var olduğunu. Turuncudan bozma uzunca bir palto vardı üstünde ki zaten bir bu vardı. Zengindi de hem, öyle basit bir iş adamı kadar da değil, zenginliğini hiçbir zaman ölçtürüp tartmamıştı. Ama zengindi, onu görüp tanıyanlarca. En büyük çabası, ne düşündüğünü anlama gayretinden oluşuyordu. Daha kendinin farkında değildi. Öğrenmesi gereken bir kendisi vardı. Kalem tutmak dahi nedir bilmeyen bir zavallı olduğunu da birazdan anlayacaktı.
Az öte koridorda, burası bir hastane idi, yaşlı biri, onu görüp ’’Bir numara söyleyeyim evladım da sen yaz.’’ deyivermişti. Koridor, sanki ona güldü, alay etti, bu arada o yumuşak g idi. Kendisinden istenileni yapabilecek bir adam mıydı da bey amca ondan bunu istemişti ya da yüzünde ben akil bir adamım, belli ki aklından bir şeyler geçiyor bey amca, bana sor ne varsa, ifadesi mi vardı? Yoksa bey amca çok art niyetli kimse idi de onun aslında ne mal olduğunu herkes bilsin diye mi yapmıştı bunu? Böyle komplolara gerek yok, bey amca sadece meramını iletmişti bu turuncudan bozma paltolu, zenginliğini hiç tartıp biçme ihtiyacı hissetmemiş yumuşak g'ye. Durdu, bey amca ile göz göze geldi. Adam sanki berikinden canını istedi. Tıfıl adamdı bey amca. Doksan vardı ama elli göründü ona. Ğ, kırk dokuz buçuk yaşına girmişti henüz. Bu duruma içerledi, hep kendinden büyük birilerini görünce abi deyip dememenin savaşını veriyordu da ondan. Hele bazıları yok mu? Şu yaşını belli etmeyenler. Karşısındaki belliydi işte, elli. Bizimki kırk dokuz buçuk. Bazıları peki? Hangi birini anlasın? Yaşını büyük gösterip de kendinden küçük olduğu halde abi, abla, amca, teyze dediklerini mi, yoksa küçük gösterip de büyük olduğu halde kardeş, birader dediklerini mi? Mahcup oluyordu böyle olunca kendine. Neyse ki bey amca belliydi, amca olduğu bizce aşikâr, ‘’Buyur birader, yazayım.’’ dedi. Bey amca, sanki alay ediliyormuş gibi baktı ama yumuşak g bunu anlamadı. Nereden anlasın? Arada yarım yaş yoktu ki. Bozuntuya vermedi bey amca. Onun da hoşuna mı gitti sanki nedir, kendinden hayli ufak birinin ona dede demeyip de birader demesi. Çünkü ona birader diyecek kimse kalmamıştı dünyada, duymayalı da çok oldu, gibisinden geçirdi içinden. Sen de git, desem ayıp olur mu bey amcaya? Herkes gideli çok oldu. Ne vardı bu kadar gitmeye karşı koyacak? Ne vardı sende bu kadar sağlam kalabildin de diğerlerinde olmayan? Bey amca söyleyecek oldu numarayı, durdu. Kendisine birinin birader demesini bekliyormuş gibi, aslında biraz da benim sitemim üzerine birden yıkılıverdi. Yumuşak g yazmak işinden kurtulmuştu. Ortaya çıkaracaktı ya bey amca ne mal olduğunu onun.
Korkmak gibi ya da başka çeşit duygular yaşamazdı. Bunu, organları bir şekilde yerine getirirdi. Sırf yaratıma aykırı olmamak için çalıştıkları da olurdu. Kalbi küçülmüş; kanını, damarlar kendi başlarına taşıma görevini üstlenmişti ğ´nin. Yumuşak g olduğu için sormadım nasıl olur bu diye.
Düşünmeye başlamıştı. Düşündüğü zaman durmak onun âdetiydi. Ama öyle yürümeyi kesip durmak değil, hücrelerine varıncaya, güneş sisteminden aşıp ne olduğunu hiç anlamadığı, duymadığı şeylerde bile.
Düşündü. Beyni ya ona oyun oynuyor ya da yine her zamanki gibi anlamadığı bir şey vardı karşısında. Bey amca ölmek için gayret gösteriyordu. Bir anda sıkılmış dünyadan, her şey bir anda olmuş, gitmek istemiş, kendine birader diyecek birilerinin yanında olma arzusunu kuvvetle hissetmişti. Ğ bu hissi anladı gibi, ondan olsa gerek, biraderin ölmesine yardımcı olmak için düşündü. Düşündü. Çok düşündü. Kafası yanmak istedi düşünceden Ğ´nin. Öyle çok düşündü ki Ğ, bir anda ortadan kayboldu.
Yumuşak, adı; Ğ, soyadı onun. Bunu söyledi bir polis başka bir polise, turuncudan bozma paltolu, zenginliğini hiç ölçüp tartmamış olan, yerde baygın yatan adamın kim olduğunu öğrenmeye çalışırken. Uyandı. Gözlerini açtığında karşısında iki hayal vardı. Birini Tanrı, ötekini şeytan sandı. Sorgu-sual edecek oldu onlara, düşündü. Tam da trafiğin en yoğun olduğu 'durma geç' otoyolunda buldular onu. Kimlik yoktu üstünde. Polis nereden bilmişti ki onun Ğ olduğunu? Polis bilir tabii. İlahi ben!