Cehalete geri dönüşün cehaletten çıkmaktan daha zor olduğunu, hafızamın rahatsız eden darbeleriyle anlamıştım...
(sayfa 18)
Yazamıyorum. Bütün bunların hiçbir değeri yok. Ne doğru dürüst cümleler kurabiliyorum, ne de gerçeği böylesine anadan üryan anlatmak hoşuma gidiyor.
(sayfa 21)
Tanrı'dan vazgeçtim. Ölmekten vazgeçtim. Çünkü ölürsem ve eğer yukarıda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem gerekecekti. Ölmek istemiyorum, çünkü Tanrı'yı da öldürürüm diye korkuyorum. Ve böyle bir vefata benim dışımda kimse dayanamaz.
(sayfa 23)
Ve Arap Yarımadası'nda var olabilmek için ya ibne ya da silah kaçakçısı olmak gerektiğini anladım. Ben ikisi de değilim. Ama adına çöl denilen, küreğin batmadığı denizde yaşayan insanların hiç de hak etmedikleri bir tarihleri vardı. Bir zamanlar dünyaya hükmeden esmer savaşçıların düştükleri durumu görünce zamanın ne kadar nankör olduğunu anladım. Geçmiş hiçbir şeydi. Kuma kendini gömüp yeniden Arap medeniyetinin hüküm süreceği günleri beklemek ve o gün gelene kadar birbirlerini öldürmek yapabilecekleri tek işti.
(sayfa 27)
"Yarar yok bu dünyada! Ölüm varsa yarar yok! Ölüm bütün sihri bozar. Kurtardığın hayatlar da ölür. Aldığın Nobeller de paslanır. Doğduğun evler de yıkılır. Bin yıl yaşa, görürsün!"
(sayfa 36)
"İnsanlar..." dedim fısıldayarak. "Taşırlar insanları. Kundaktayken, tabuttayken. Hep taşıyacak birileri olur. Bazıları dostluktan, bazıları cepteki paradan, bazıları da içinde bulundukları sistem bir gün onlara da taşınma sırasının geleceğini söylediği için, taşırlar insanları..."
(sayfa 38)
İnsan önce hayatta kalmış sonra inanmış ve en son reddetmiştir.
(sayfa 46)
Zaten hepimiz kendimizi sorduğumuz sorulara göre belirleriz. Tercihlerimiz sorularımızdan gelir...
(sayfa 46)
"Neden?" sorusu ise ne hayatı, ne de yaratıcıyı merak eder. Merak ettiği tek konu kendisidir. Ve kendisiyle o kadar ilgilidir ki, soruyu soran kişi içinde iyiliğe yatkın birçok özellik barındırmasına, hiç tanımadığı bir insanın hayatını kurtarmak için kendisininkini tehlikeye atabilecek olmasına rağmen yakın çevresine, sırf "kendisi" olduğu için acı çektirecek kadar bencildir. Filozoftur. Düşünür. Nedenleri merak eder. Elinden geldiğince de erişir. Ama tek sorun, elindeki nedenlerle ne yapacağını bilememesidir. Nasıl'ı soran, bildiklerini kullanarak hayatını kazanır. Kim'i soran tanrısını bulur ve tapar. Neden'i soran ise nedenleri bulur, bir süre savunur sonra unutur. Başka nedenler bulur, onları da savunur ve unutur.
(sayfa 46)
Aslında ne, kim, nasıl, neden sorularından artakalan, dünyanın dibindeki pisliğin içinden gelip yeryüzüne çıkmış, kendine satıcı arayan bağımlı gibi dolanan o soru var aklında:
"Ne fark eder?"
(sayfa 48)
Kinyas'ı yanımda götürdükten sonra her yer aynıdır.
(sayfa 53)
Onu kurtaracağımı düşünüyordu. Ama kim kimi kurtarabilmişti şimdiye kadar? Beni kim kurtaracaktı?
(sayfa 67)
Kurtulmaya gelmiyoruz dünyaya. Daha da saplanmak için buradayız. Dibine kadar.
(sayfa 67)
Uygar dünyanın sigorta poliçelerinde bile insanın değeri bir yere kadardır. Daha fazlası yoktur.
(sayfa 76)
Gerçek şu ki, dünyaya binlerce yıldır hakim olan insanlık, din kitapları esas alındığında, sakat bir ırktır.
(sayfa 88)
Uyuyamamamın nedeni uykuyu anlamamamdı. Kendinden geçmeyi tanımlayamıyordum. Sonra tekrar kendine gelmeyi. Belki de korkmuştum hep uyumaktan. Uyuyan insanların üzerine abanan acizlik de iğrendirmişti beni. Onlar gibi görünmek, onlar kadar zayıf ve yalın olmaktan da korkmuştum Uyuyan bir katil ile uyuyan bir azizin farkı olmadığından...
(sayfa 88)
Bin defa vazgeçip bin defa yaptığımız her şeyde olduğu gibi yine iradesiyle alay etmişti.
(sayfa 94)
Gecenin sonuna yolculuk. Ne kadar saçma! Beş yüz sayfa okumaya gerek var mı, gecenin sonuna gitmek için? "Benim" dedim içimden. "Benim gece. Benim son. Benim yolculuk." İçinde doğmuşum gecenin. İçinde doğmuşum sonun. Yolculuk yaparak varmama gerek yok. Ben hep oradaydım. Geceyi ben bitirdim. Ancak başkaları kıçlarını kaldırıp gelebilir yanıma ve girerler gecenin sonuna. Benim krallığım orası. Gecenin başlangıcını bilmem ama sonu bana ait!..
(sayfa 99)
Hep aynı sözü tekrarladım kendime: bir şey aramayan asla kaybolmaz! Ve ben aramıyordum. Ne bir adresi, ne de birini...
(sayfa 105)
Aslında gözlerim kapalıyken iyi bir insan oluyorum ben. Hiçbir şeyi fark edemeyen, duygularından yoksun, bitkisel hayatta olan... Aralamaya başladığımda göz kapaklarımı, başlıyor cehennem tiyatrosu!
(sayfa 106)
Zaten bizim gibi insanların dayanıklılığı çok anlamsız ve iğrençtir. Parazitler gibi dünyanın üzerine yapışmış olan bizler, ölümsüzlüğe en yakın olan kişileriz. Ve bizim yanımızda, hayatlarında birçok amaç taşıyan ideal insanlar böcekler gibi dökülürler. Belki de dünya üzerindeki en gerçek adaletsizlik...
(sayfa 108)
Sonuçta teker teker yok oldular. Adresler, telefon numaraları yok oldu. Geriye Kinyas kaldı. Arada bir dediğimi dinleyen tek insan. O da yok olursa ne olur? Kayra kalır. Kinyas'ı düşünüp gözyaşı döker yalnızken... Kayra kalır. Kinyas'ı rüyasında görür iki yıl. Kayra kalır. Kinyas'ın ölümünden on yıl sonra ne yüzünü hatırlar, ne yaşananları, ne de konuşanları... Kinyas gider. Kayra kalır.
(sayfa 110)
İnsan, insan olmaya geliyor dünyaya. Kesinlikle bir tercihi yok. Hiçbir şeyi de seçemeden gömülüyor toprağa. yerin iki metre altındayken de bin bir böceğe lunapark oluyor daha önce bin bir dudağın öptüğü bedeni...
(sayfa 110)
Okumayı yazmayı öğrendiğim güne lanet ediyorum. Pişman olabilseydim, bu ikisini yapabildiğime olurdum. Eğer okumasaydım kimsenin ne düşündüğünü bilemezdim. Dünyanın döndüğünden habersiz olurdum. Ve her şeyi kendim keşfederdim. Cehaletimi bilemek harika olurdu. Ve tırnaklarımla kazıyarak öğrenebildiğim çok az ama bir o kadar da keskin ve kesin bilgiyle ölür giderdim. Kafamda hiçbir kuşku olmazdı. Sadece kesinlikler cirit atardı bedenimde. Hak ederek elde ettiğim, sadece düşünerek ulaştığım kesinlikler...
(sayfa 111)
Dürüst olalım... Dinler ve Tanrılar! Hepsi ben ölünceye kadar.
(sayfa 113)
Gölgesiz yaşayamazlar, yalnız kalmaktan ödleri koptuğu için.
(sayfa 117)
Eğer geçmeseydi Kuran-ı Kerim'in üstünden onlarca kuşak, ben inanırdım yazılanların hepsine. Ama inanmıyorum o onlarca kuşağın dürüstlüğüne. O onlarca kuşağın dinlerine sadakatle bağlı olduklarına inanmıyorum. Çünkü insanı tanıyorum. Çünkü kendimi tanıyorum.
(sayfa 117)
Kimse gelip anlatmasın bana insanın iyiliğini, din kitaplarını. Ben sadece mucizeleri kabul ederim. Onlara inanmak, insan zekasının kötü tarafından çıktığı belli olan yazılara inanmaktan daha kolay. Kızıldeniz'in yarıldığına, gerektiğinde kadının dövülebileceğinden daha çok inanıyorum. Çünkü mucize bana daha temiz geliyor. Ne birinin çıkarına, ne de bir başkasının zararına binlerce yıl önce bir denizin yarılmış olması. Ya da bir mağara girişinin örümcek ağıyla kapatılması.
(sayfa 117)
İnanırsam bir gün boyun eğerim iyiliğe.
(sayfa 118),
Evine altın madalyayla dönenin ülkesi patlamış bombaların altında. Ne fark eder! Sporcuyuz. Yasal mücadele! Yasal dövüş! Yasal vahşet! Yasal sömürü! Spor!
(sayfa 120)
Emek. Sermaye. Bölmüşler kendilerince dünyayı ikiye. Biri diğeri olmadan yaşayamayan iki ayrı sürü.
(sayfa 120)
Uzun yürüyüşler yapıyordum sahilde. Kilometrelerce yürüyordum. Fazla düşünmemek için iyi bir yoldu.
(sayfa 127)
Her an yolculuğa çıkmak isteyebilecek birinin bütün eşyalarını atıp en gerekli olanlarla dolanması gibi. Ben de sıyrılabildiğim her şeyden sıyrıldım daha uzağa gidebilecek kadar hafif olabilmek için. Ama olmadı. Terk ettiğim her şeyin ağırlığı binle çarpılıp, beynime yerleşti.
(sayfa 129)
Varlığıma nedensizlikten delirdim ben. Hiçbir nedeni kendime yakıştıramadığımdan.
(sayfa 137)
Bir bokluk var bu hayatta! Ve söylerken o kadar farkındaydım ki, o bokluğu hiçbir zaman çözemeyeceğimin. O kadar uzaktım ki ne olduğunu anlamaktan. Tanımlayamadığım ama hayatımı çökerten her şeydi bokluk. Bir bokluk var! Ama ne?..
(sayfa 144)
"Ne yapmak istediğini bilmiyorsan, ne yapmamak istediğini düşün!" demeye çalıştım kendime uzun yıllar boyunca. Böylece ihtimalleri eleyerek bir ideal, bir amaç bulabilirdim. Hatta hayatın ne anlama geldiğini bulur, sözlüklere geçmesini sağlardım.
(sayfa 157)
"Hayat. Hayat sensin! O kadar. Büyütülecek bir şey değil."
(sayfa 159)
Hiçbir şey geçerli değil benim için. Bütün kurallar, hayat tarzları, ideolejiler geçersiz bana. Hepsi. Provizyonu bitmiş bir kredi kartı kadar geçersiz bu dünya!
(sayfa 162)
Topraktan nefret ediyorum. Attığım her adımda bugüne kadar içine içine gömülmüş ve karışmış milyarlarca yaratığı düşünüyorum. Ölümün üstüne yürümeyi sevmiyorum. Ve dünya aklıma sadece bunu getiriyor, içine gömdüğü milyarlarca ölüyle. Birinin burnu, diğerinin ayakları. Bunların üzerine basarak gidiyor milyarlarca insan işine, okuluna. Hepimizin bastığı yerde bir ceset var. Hepimizin altında bir ölü var. İnsanlık gömdüğü yakınlarının üzerinde yürüyor. İnsanlık ölümün üstünde duruyor.
(sayfa 165)
Dünya bir karambol ve kimseye çarpmadan yürümeye çalışmaktansa kollarımı daha da açarak herkesi devirmeyi tercih ediyorum.
(sayfa 163)
İnsandan ve bütün canlılardan iğreniyorum. Kendimdense nefret etmekten yoruldum ve bu konuda hiçbir şey hissetmiyorum.
(sayfa 169)
Para işi çok iyi işlemiş, hiç açığı olmayan bir dolandırıcılık numarası gibi. Yani sokak arasında çıkmış ve milyarlarca bulaşmış koca bir yalan, gerçekle alakası olmayan bir dedikodu gibi. Ama her kim bunu ilk düşündüyse tekerleği bulandan, trampayı bulandan daha akıllı değildi belki ama ondan daha insan ve kurnazdı.
(sayfa 177)
Önce bilgiyle, sonra düşünmeyle gelen, insanın kendini üstün görmesi, diğer bütün konuşan yaratıkları ilk bakışta yargılaması belli bir yaşa kadar devam eder. Sonra bir gün fark edilir hiçbir canlının anlaşabilecek kadar basit olmadığı.
(sayfa 178)
"Seni anlıyorum!" demek büyük bir yalandır. Kocaman bir yalan. Kimse kimseyi anlayamaz ve tanıyamaz dünyada...
(sayfa 181)
Beş duyunun algıladığı kadar anlarsın aileni, sevgilini, çocuğunu. Dolayısıyla herhangi bir şeyi, birini anladığına, ama gerçekten anladığına emin olmak, sarıldığında arkasında ellerini kavuşturabilecek kadar o şeyi ya da kimseyi anlamak olağanüstü bir durumdur. Ve çok zaman isteyen söz konusu olağanüstü ilişki için olağanüstü bir insan olmak gerekir.
(sayfa 180)
Varılabilecek son noktadır anlayabilmek. En üst derecede bilgi gerektirir.
(sayfa 179)
Eğer herhangi bir devlet, karşısına çıkan canlı hakkında bir bilgi kırıntısına sahip değilse, deliye döner.
(sayfa 196)
Otorite sadece bilinenler üzerinde kurulduğu için, bilinmeyen her şey doğal düşmandır...
(sayfa 197)
Nasıl tam deliliğin içinde yüzdüğümü bir anda, böylesine çabuk ve hatasız bir şekilde normale dönebiliyordum? Nasıl olabiliyordu?
(sayfa 200)
Ve nefesimi tuttum. En derine, en dibe inebilmek için. Bıraktım kendimi hayatın okyanusuna. Beni dibe çeken zihnimin ağırlığıydı.
(sayfa 207)
Medeniyetten daha kötü bir şey varsa, o da medeni olmaya çalışan bir medeniyetsizlik...
(sayfa 207)
Ne kadar ilginçtir ki, bazı anılar insanı nerede olursa olsun, alır götürür her şeyin başladığı yere. Eve! Herkesin bir şekilde evi olmuştur. Ve her şey orada başlar.
(sayfa 210)
Herkesin, birbirini dinlediği ama duymadığı bir evi olmuştur elbet!
(sayfa 212)
Bazen ondan tam anlamıyla nefret ediyordum. Dengesiz düşünceleri, bütün dünyayı tanıdığını sanması, sürekli olarak en büyük acıları çektiğini iddia etmesi... Hepsi de ilkokul müsamerelerindeki yapmacık rollerden fırlamış gibiydi. Kendini yaşayan her canlıdan farklı bir yere koyması ve buna bir sürü gerekçe bulması koca bir yalan gibi geliyordu.
(sayfa 239)
Dünyayı küçük gördüğü için kendini büyük sanıyordu. Tabii büyük bir göz yanılması söz konusuydu. Eğer dünya sandığı kadar küçük olsaydı, kaybolmamak için bu kadar uğraşır mıydı sokaklarında?
(sayfa 241)
Meriç Koç
2022-12-28T16:45:20+03:00Bu kitabını okumadım ama severim Hakan Günday’ı ben de. :)