Hiç unutmam, bir haziran akşamıydı. Serinliğin hissedilebileceği son günlerdi. Hissettiği esintinin huzuru ile göğe baktı Kiraz. Zaten hep, göğe bakardı. Başını omzuma yaslayıp bir yıldız gösterdi bana, işaret parmağıyla. İyi bak o yıldıza, dedi. Bu yıldız üç yüz ışık yılı uzakta ise; biz şu an onun üç yüz yıl önceki hâlini görüyoruz demektir. O yıldız kendi zamanında şu an sönse, dünya gözüyle önümüzdeki üç yüz yıl daha parlamaya devam edecek anlamına gelir. Tıpkı sesler yok olsa da, yankılarının kulaklarımızda çınlamaya devam etmesi gibi.
Umarım biz de, yıldızlara benzeriz; ışığımız sönse de, parlamaya devam ederiz, dedi ve üzerine kiraz motifi yerleştirdiği seramik bardağından bir yudum daha kahve aldı. Nasılsa iki hafta sonra sıcak iyice tepemize çökecek ve ter, tenimizin üzerinde yapış yapış olmaya başlayacaktı. O zaman insanın canı kahve bile içmek istemezdi.
Belki o yapış yapış akşamda bir yıldız sönecekti dört yüz yıl önce, ve biz bu kez ona denk gelecektik.
Belki o zaman anlardık evrendeki evrensizliği ve zamanın içinde, zamansızlığı. Yüzleştiğimiz bu illüzyon, bizi kendimize de getirebilirdi, kafayı da yedirtebilirdi.
Neyse.
Daha çok vakit vardı dört yüz yıl önce sönen yıldızın ışığının yok olmasına.
Emre UYSAL
2023-12-24T23:44:31+03:00Kiraz ağacı sıkıdır, yanında olmak da çok keyiflidir. Işığı öyle bir keser ki, ne yanarsın ne de onun gölgelerinde üşürsün. Hareketlidir bi' kere. Altında çok şey düşünür, toprağa bakarsa insan. Temmuz Agustosta da genizini yakar o Napolyon türü kiraz. Sarısına bayılırım. Daha geçişken bir tat, biraz şaşırttır, daha bi' mutlu eder insanı. Işık, yıldızlar çok mühim tabii... De ne anlar bu mahluk, an'ın böyle kıymetli olduğunu.