Biraz soluklanınca geçecek göğümüzün…Göğümüz... Islak terlemez kaburgaları… Ağlıyor. Neden bilinmez, neden bilinmez, neden bilinmez. Sevseler durulurdu hücrelerindeki sinaps. Sevselerdi bilirlerdi kim ahire doğmuş, kim ölmüş maziye. Ama ben çok kinlendim, bu böyle olmaz. Yürüyormuş gibi sanki, etrafında karanlık lambalar var. Doğursun güneşi alnından, lambalar ardınlatıyor çakıl taşlarımı ve taşlar hep vuruyormuş ıslak kaburgasına karganın. Kim söyledi, kim söyledi, kim söyledi, bilinmez. Kırmızı başlıklı bir kız kadar enayi şimdi kurt ve çoban. Kurtlar tok, lambalar kırık, kargalar kimli.

Bugün hücrelerimle oturduk, iki çay içtik. Yeter dedi be, hey! Ama kargalar hep benim kaburgalarımı atıyor yüksekten yere. Yeter dedi. Çakılacaksa taşlar çakılsın. Utanırsa Adem’in uyluğuyla Havva’nın elmacığı utanır bu masaldan. Bana utanç yok mu dedim. Senin kırmızı başlığınındır suç dedi. Affetmiş gibi konuştu, biliyor gibi bağırdı, anlıyor gibi ağladı. Artık kargalarımı uçurmak istiyorum benim olmadığım alemlere.