Mübaşir girdi içeri yırtık pırtık üniformasıyla

Ve takdim etti sanıkla savcıyı

“Bir hırlama duyuyorum aynanın derinliklerinden,

Nefesimden daha tanıdık kokusu.

Canlıymış gibi korkuyorum ondan,

Canlıymış gibi getiriyor sonumu.


Kimse işitmemiştir böylesine bir tazıyı.

Kimse böylesine görmemiştir aynada aslını.


Hem cennetten hem de buradan kovulmuş yaratık,

Günahlarımızın oluşturduğu sanık.

Birimiz gitmeli!”

Ağır ve dikenli zincirleri ile içeri girdi Sanık.

“Cilalı zincirleri ile geliyor savcı,

Işığı ile huzura eriyor ruhum.

Böylesine bir özgürlük verebilir mi acı?

Böylesine kurtulmuş olabilir mi bir mahkûm?

                        

Kan akmış pınarlarından

Ve o diken izlerini geçirmeyecek zaman.


Şahit olun böyle bir azize,

Yoksa su bile karışır ebediyete,

Selam olsun sana aziz!”

Ağır ve dikenli zincirleri ile içeri girdi Savcı.


Sonra yargıç girdi salona,

Tüm ihtişamı ile oturdu masasına.

Elindeki kâğıtları karıştırırken dili çözüldü adamın.

“Önümde olmasına rağmen

Gösterin suçları Savcı.

Ne belalara bulaşmış bu iblis.”


Savcı toparladı kendini

Ve konuşmaya başladı ağlamaklı gözleri

“Aziz olduğum kadar katil olmuş bu iblis,

Benim aydınlığım kadar içindeki sis.”

Kükreyip zorladı zincirlerini Sanık.

“Ebediyetten beri aynı oyun

Ama bu dava olacak sonun.

Bir kere kulak verin sözlerime,

Çok mu mutluyum sanırsınız binbir cin yaparken işlerimi,

Kuytu köşede sürdürüyorum ben de aciz görevimi.

Dilencilerle son ekmeğimi paylaşıp ortak olmak istiyorum dualarına.

Yerin yedi kat altındaki ifritler yerine masumluk istiyorum ben.

İnsanların hayatına küçük bir dokunuştur tek dileğim.

Bana çok fazla bakmanız da gerekmez,

Bir kuru ekmekle de doyarım ben.

Ve kan sanmayın yüzündeki kızarıklığı,

Benim doğum lekemdir o.

Ne olduysa o doğum anında oldu işte,

Dokunmak istedim sahibime

Ama kaçındı benden.

Ve etrafına topladığı ruhlar ile taşladı beni.

O günden beri herkes nefret ediyor Sanıktan,

Ben de o günden beri öldürüyorum durmadan.

Ama ne kadar zalim bir dünyaya getirse bile beni

Bağışlıyorum doğumuma yalancı şahitlik edeni.”

Yargıç masaya teker teker çaktı sözlerini

“Yargılanmazsın burada olmak istediklerinden dolayı,

İşlediğin günahlardır bulunma sebebin.”

Diz çöküp camlaşmış sesiyle konuştu sanık.

“Sormak istediğim bir şey var ama

Yıllar yılı acı çektim maktuller doğuruyorum diye

Kuşkusuzdur, intikam günahtır.

O da kurdu yasayı koruyabilmek için adaleti

Ama adalet kontrollü bir intikam değil mi?

Sakin bir öfke değil mi?

Ben intikam aldım ve sanık oldum.

O yasa koydu ve şahit oldu.

Şimdi de ben adaletimi istiyorum.”

Yargıç teker teker çaktı sözlerini,

“Kes sesini sanık,

Hırlamaların tırmalıyor kulağımı.”

Zorladı zincirlerini sanık

“Koskoca bir yalan bu sayın yargıç,

Kendine yalan söylüyorsun,

Büyük günahtır yalan.

Böyle bir günahı bile kendine gördüysen

Belki de yerlerimiz karışmıştır.”

Yargıç öylesine sert vurdu ki tokmağını masaya,

Mübaşirin önüne uçtu başı.     

“Susturun şu iblisi,

Sonra getirin şahidi, anlatacakları var.”

İçeri girdi parlak yüzlü bir adam,

Ciğerlerin çıkan nefes sardı duruşmayı boydan boya,

Dürüstlük akıyordu çehresinden.

En kötü düşmanı olmalıydı sanığın,

Kan akıyordu bakışlarından öfkeli dağlar gibi.

“Saygılı yargıç, yemin ediyorum doğru olacağıma

Yalan çıktığı görülmemiştir şu iki dudağımın arasından.

Suç…”

Savcının çığlığı ile yırtıldı salonun duvarları,

Zincirlerini yakaladı seslerini kesmek için

Ama onları daha da azdırıyordu ellerinin titreyişi.





“Suçu yok, masumdur sanık.

Tek suçlu karşınızda duran yaratık.

İşkence eden kardeşime,

İşkence eden zihnime.

Bir kader belirledi bize

İzlemeniz için de sundu sahnemizi size.

Şimdi bozuyorum kafiyemi

Ve döküyorum ortaya bütün içimi.

Dinleyin aydınlık saçan sözlerimi,

Çünkü daha karanlık olamaz hiçbir söz.

Ben sıkıldım artık dilenci kıyafetlerinden,

Kırmızı kadife ve ipek giymeyi hak ediyorum,

Yerde değil altın tahtlarda geçmeli hükmüm.

Ben de istiyorum ormanda bir dilberi kovalamayı,

Irzına geçmek, namusuna el sürmek istiyorum

Gözyaşlarına bakmadan.

Ama hepsini bu kahrolası kardeşime layık gördün.

Bana el sürülecek bir şey bırakmadın iblis.

Ben de istiyorum binbir baharatla süslenmiş tavukları,

Çünkü içilecek ne kanım ve yenilecek ne etim kaldı benim.

Ve bunları vermezsen ihtiyar,

Sonun yaparım bu duruşmayı,

Mezar taşın olur o şanlı sakalın.”

Yargıç şaşkınlıkla eğildi kürsüsünden aşağı

“Dilin böyle söylüyor ama gözlerin onları yalanlıyor.”

Derin derin nefes alıp titredi savcı

“Nil’in kaynağı cennette değil,

En çirkin bataklıklardadır.”

Bu sözleri duyunca öfkeden deliye döndü şahit,

Gözlerinde dağlar patlıyordu.

“Aptal adam, nelere sebep olduğunun farkında mısın?

Dayanamam artık bu hakaretlere,

Size boyun eğmeyip gidiyorum ben,

Ölüme terk ediyorum sizi.”                       

Rüzgâr olup uçtu kapıdan.

İkisi de kavrayıp kopardı zincirlerini

“Bir kez ölmek daha iyidir,

Zalimin zincirlerine bin kez katlanmaktansa.”

Yargıç derin bir nefes aldı.

“Dava düşmüştür öyleyse, ertelenmiştir ebediyete.

Şahit yoksa bitiktir bu mahkeme,

Ne savcı vardır ne de sanık.”

Savcının ve sanığın ruhlarını çekip aldı yargıç,

Ve afiyetle indirdi ruhları midesine.

Cansız bedenleri düştü kardeşlerin yere,

Sonunda ikisi de gülüyordu.

Mübaşir belirdi aradan

“Pekâlâ, seninle ben ne yapacağız?”

Duruşmada kalan bütün nefesi de aldı içine yargıç

“Ben kendimi yargılarken sen de gevezelik yapacaksın.”