İçimde bir yerde hep bir parçam kırık. Geçmiyor. Hoş, geçmesini isteyen de yok. Bir tarafım hep hüzünlü, hep boynu bükük, hep mağlup. Seviyorum şen kahkahalar atmak yerine hüzünlü bakışlarla dünyayı seyretmeyi. Mutluluktan korkulur mu? Ben korkuyorum. Mutlu olacağım aklıma gelince nereye kaçacağımı, hangi deliğe gireceğimi düşünüyorum. Mutlu olma fikri bünyemde sinir yapıyor doktor. Var mı bu derdin dermanı?


İçimde bir yerde bir şeyler kanıyor. Canım çok yanıyor fakat kimseye söylemeye niyetim yok. İnsanlardan çok korkuyorum. Yaşamanın tadı yok artık. Her şey anlamını yitiriyor. Öfke büyüyor içimde. Yakıp yıkmak istiyorum her şeyi. Hani Turgut Uyar'ın dediği gibi, ''Her şeyi düzeltmeye çalışmanın yok ettiği'', tam olarak böyleyim işte. Kendim dışında her şeyi düzeltmek, herkesin yanında olmak, yaralarını sarmak istiyorum. O kadar alıştım ki kendi yaralarımı umursamamaya, kimseye ne derdimi anlatıyorum ne de yaralarımdan bahsediyorum.


Büyüdükçe dünya rengini iyice kaybediyor. Büyüdükçe siyah beyaz bir filme dönüyor dünya benim için. Herkesin rolleri var oynaması gereken. Herkes kendine göre hayatın içinde akıp gidiyor. Ben bu akıntıya kapılamıyorum. Kendimi kafamın içinde yarattığım düşünce zindanından kurtarıp bırakamıyorum bu akıntıya.


Ciddi insanlardanım ben. Öyle her şeye gülünmemesi gerektiği öğretilen. Eğlenmenin bize uygun olmadığını öğrettiler hep. Ciddi insanlardanım ben. İçinde bir şeyler kanamasına rağmen dudağında yarım bir gülüş, gözlerinde bir tutam hüzünle dünyada yaşadığını zanneden. Zanneden dedim, dikkat buyurunuz, yaşayan demedim!