Kırılmış değil kırık bir kadındı.

Yeni kesilmiş bir gırtlaktan

akan kanlar kadar sıcaktı gülümsemesi.

O bana bir kanepe kadar uzaktı,

ben ise ona asırlar kadar geç kalmıştım.


Sıcağı ile belli olmayan yaralar gibi

sevmiştim onu.

Farkımda değildi.

Farkımda olsa giderdi.

Fark etse başka kasıkların

günah şehri olurdu.


Bazı gece beni yanaklarımdan öperdi.

O öpünce kaburgamdan gemiler kalkardı.

Kara bayraklı korsan gemileriyle savaşırdım.

O öpünce siktir olup gitmelerim azalırdı.

Mutlu olacağımı sanırdım.

Salaktım.


Kırılmış değil kırık bir kadındı.

Saçları yeni sevişilmiş bir yatak gibi dağınıktı.

Beni sevmezdi.

Nedenini bilmiyorum.

Farklı yolların aynı şarampolüydük.

Yüksek hız mağduru binlerce kurbanımız oldu.

Birçok kurbanımızda parçalarımız kaldı.

Aynı resimde ki zıt renklerdik.

Bütünü tamamlıyorduk birbirimize karşıydık.

Bazen sarılır alaca olurduk.

Tüm resmi bozardık.

Tanrı bize kızardı.

O bana sarılınca kırık kaburgam iyileşirdi.

Her şeyin iyi olacağını sanırdım.

Salaktım.


Kırılmış değil kırık bir kadındı.

Kesik bir adamdım.

Salaktım.


Gitse belki her şey daha güzel olacak.

Gitse belki hüznüm azalacak.

Gitse belki başka bir kesiğin kabuğu olacak.

Ben kendimden gittiğim gün

ona kan kaybetmemiş şiirler yazacağım.

Büyürken kırılmış ormanlar,

ham erozyonlu topraklar götüreceğim.


Tanrı şahittir ki

elbet bir gün ona gideceğim

ya siyah bir poşette

ya cevizden bir tabutta…