Kar yağıyordu. Sanki her şeyin üzerini örtecek gibi, sanki o bembeyaz haliyle bizleri kirlerimizden arındıracak gibi...


Perdeyi açtım, kar yağışını izledim uzun uzun. Arkada Handel'dan bir parça çalıyordu. Sanırım Concerto Grosso idi. Hiçbir şey düşünmeden izledim kar yağışını. Zihnimin tenhalığı kısa sürdü tabii. Huzur bu idi belki benim için.


Boşlukta inen binlerce kar tanesine anlam yükleyerek izledim.

Sessizlik ve dinginlik hakimdi. Sadece sevdiğim müzik ve kahve. Kedinin gelip merakla camdan olanları izlemesi. Muhtemelen ben de onun gibi izliyordum. Biraz meraklı, düşünceli ama sükunet içinde. Bir kar yağışı ne de çok şey düşündürmüştü.


Baktığım şey ile gördüğüm şey aynı değildi. Kar yağışından fazlasını görüyordu gözlerim. Görmek istediğini görüyordu. Anlamlar yüklüyordu fazlasıyla.

Birden iki kuşun uçuşu takıldı gözüme. Sanki yaşadığımız hayattan çok uzaklardı ya da ben müziğe ve gökten düşen kristallere kendimi fazla kaptırmıştım...


Kar yağıyordu...


Her yer uçsuz bucaksız bembeyazdı. Evlerin çatıları, kaldırım taşları, yollar; kirli beyaz...

Narin bir kadını anımsatıyordu kimi zaman, sırça köşkünden bize bakan; incecik ve kırılgan.

Kar tanelerini izleyip düşünüyordum. Olmayanları olduruyor, olanları güzel yerlere koyuyordum.


Kar kimileri için mutluluk kaynağı, kimilerine endişe ve kasvet veren bir kabus. Düşündüm. Mutluluğun ve mutsuzluğun aslında ne kadar yakın ve bir o kadar uzak olduğunu. İnançsızlık ile bağlılığın. Varlık ile yokluğun. Sevgi ve nefretin iç içeliğini...

Bunca şey şu kristaller ve arkadaki müzik sayesinde akıp gidiyordu zihnimin kıvrımlarından. Gökteki kar taneleri gibi, yan yana ve birbirine asla karışmadan...


Kar yağıyordu, narin bir kadın gülümseyişi beyazlığı ile...


Fotoğraf: Aylin Yenigün