Her zamanki gibi perşembe günleri siyah ojelerini çıkartıp kırmızı rengini sürdü. Üstüne kırmızı bir kazak giydi. Kırmızı rengini çok sever ama sadece perşembe günleri giyerdi. Diğer hafta olduğu gibi bu perşembe de saçlarını bir parmak boyutunda kısalttı. Küçük Prens'in gülünü anımsatan kolyesini taktı. Aynaya baktı ve gülümsedi ama içindeki huzursuzluğu atamadı. Makyaj çantasından rimelini ve kırmızı rujunu çıkarttı. Sürerken az taşırır ve parmağının kenarıyla silerdi hep. Hayatındaki âşık olduğu tek adam da o kırmızılığı öperdi. Rutindi bu onlar için. Kırmızı rengini çok severdi âşığı. Üzerine deri ceketini atıp altına siyah botlarını giydi. Merdivenleri hızlıca indi. Kapıyı açar açmaz koştu bütün bir cadde boyu. Ta ki nefesinin tıkandığı yere, mezarlığa gelene kadar. Ellerinde bir demet papatya vardı. Daha erkenden hazırlamıştı. Papatyaları mezarlığın güvenliğine teslim etmişti. Eğer onda kalsaydı dayanamayıp defterlerinin, kitaplarının arasına koyar kuruturdu. Yavaşça başı yere dönük bir şekilde, sanki her adımının sonunda bir şey olacakmış gibi ilerliyordu. Her zaman ezberinde kalan tek mezarlık ve her daim ezberinde kalacak olan... Mezarlık papatyalarla doluydu, yarısı kurumuş yarısı capcanlı. Başını hafifçe yukarı kaldırdı ve her zaman tekrarladığı şekilde mezarlığın üstündeki yazıyı okudu.
"Sen öldün, ölüm güzel demektir."