Her şeyini kaybetmenin şokunu yaşıyordu. Ne olup bittiğini henüz idrak edememişti. Hava ölümcül soğuk. Esen rüzgar körfezin tüm soğunu taşıyor, soğuk ta kemiklerine kadar işliyordu. Donuk bir şekilde öylece etrafa bakıyordu. Karşıyaka'nın ışıkları gözlerini aldı. Orayı hiçbir zaman sevmemişti. Sanki bu şehre dair yaşadığı tüm kötü şeyler Karşıyaka'da olmuştu. Hayatı bitmişti. Oysa dün bu saatlerde düşlere dalmış, yarın planları yapıyordu. Kendine yeni bir ayakkabı alacaktı. Tatile gidecekti. Belki evlenecekti. Her şey ne de tozpembeydi.


Şimdi ise hukuk peşindeydi. Yakalanması an meselesi. Kimseye kendini kanıtlayamazdı. Hukuken suçluydu o. Ah böyle olacağını bilse yapar mıydı? Yapmazdı elbet. Cebindeki bütün parayı kaybetti, üstüne nasıl olup bittiğini anlamadan birdenbire suçlu durumuna düştü. En yakın dostları onu tezgaha getirdi. Yapılır mıydı bu ha, yapılır mıydı? Bu hiddetin hemen sonrasında çok saf bir insan olduğuna kanaat getirdi. "Sen eşek olursan semer vuran çok olur tabii." diye düşündü. "Ama böyle de olmaz." diye silkindi. "Bir şey yapmalı ulan! Ya bir yolunu bulup kendini aklamalı ya intikam almalı ya da kaçıp kurtulmalı!" Kaçmalı! Ama nereye? Gittiği her şehirde onu hemencecik yakalayıverirlerdi. Mümkün müydü kanundan kaçmak? Dağa kaçsa? Ne yapacaktı dağda tek başına? En geç iki gün sonra açlıktan ölüverirdi. Olmaz, kaçma fikri olanaksızdı. Çaresizlik en kötü his diye düşündü. Hatırladı, en son İrem kendisini terk ettiğinde yaşamıştı buna benzer bir şey. "Yapma İrem, gitme İrem, sensiz yapamam İrem, ben sana onu söylemek istemedim İrem." Akla kendini aklayabilirsen. Ne çok ortak yanı vardı. Her iki durumda da geri dönüşü olmayan bir hatanın getirisiydi bu çaresizlik. Lanet olsun, her kötü olay gibi bu ayrılık da Karşıyaka'da yaşanmıştı. Bir de böyle bir ortak yanı vardı. Acaba dava da Karşıyaka adliyesinde mi görülecekti? "Aman hakim bey, ben suçsuzum hakim bey, beni tongaya getirdiler hakim bey. Kim mi? Arkadaşlarım olacak o köpekler tabii ki de hakim bey. Özür dilerim hakim bey, küfretmemem gerekiyordu, evet evet, mübaşir abi uyarmıştı mahkeme salonuna girmeden. Doğru hakim bey, mübaşir benim abim değil..." Kaybettiklerinden çok -ki bunlar bütün mal varlığı, arkadaşları, işi, toplum içerisindeki saygınlığı ve daha nicesiydi- kaybedecek olduğuna yandı. Özgürlüğüne... Elindeyken varlığını bile hissetmediği özgürlüğü için ağladı ağlayacaktı.


Elimizdeyken hayatımızı altüst ediyor diye sövüp saydıklarımızın aslında bizim hayatımızı ayakta tutan sütunlar olduğunu fark ettiğimizde artık çok geç oluyordu. Sütunlar çirkindi ama odayı genişletmek için onları kırmaya başladığımızda bütün binanın başımıza yıkılacağından bihaberdik. Ah, keşke zamanı geri alabilseydik. Yok olmayı diledi hiç olmadığı kadar. Bu zamana dek inşa ettiği her şey darmadumandı artık. Yerde bir sigara izmariti buldu, körfeze karşı bir taşa oturdu. Hiç derdi yokmuş gibi bir de kendini tir tir titreten soğuğa da ağız dolusu küfretti. İzmariti yaktı, bir iki dumanlık çekebildiğine sevindi. Yanına bir köpek geldi. Köpeğe sarıldı. İyi geldi. Az önce arkadaşlarına köpek dediği için üzüldü. Köpek onlardan daha iyi bir dosttu. Keşke gideceği yere köpeği de götürebilseydi.