Bazen öyle bir an geliyor ki hayata dair hiçbir beklentiniz kalmıyor. Buz gibi bir havada sadece içinize çektiğiniz duman sizi ısıtıyor, sarıp sarmalıyor. Korktuğunuz karanlık bile artık içinizi eskisi kadar ürpertmiyor çünkü siz bu dünyadaki en karanlık, izbe ve pis yere sığınmış, kurtarılmayı bekliyorsunuz.

Ama kurtaran yok.

Bazen öyle anlar yaşıyorsunuz ki “İşte bu mutluluğun zirvesi!” diyorsunuz.

Ama zirveden düşerken mutlu olduğunuz an aklınızın ucundan bile geçmiyor.

Bazen öyle bir yağmur yağıyor ki toprak kokusunu içinize çekerken “huzur” buluyorsunuz. Çukurlara dolan su sesleri, insanların ıslanmamak için kaçışması, gökyüzünün kırmızılığı…

Ama artık o saf yağmur suları bile teninizi kirli bir el gibi pisletmeye başlıyor.

Hayat bazen öyle çirkin yüzünü gösteriyor ki size bakmaya korkar oluyorsunuz ve bu ucube olmuş hâlinden bile umut ışığı aramaya çalışıyorsunuz.

Ama ışıklar çoktan kapanmış ve siz artık karanlıktan korkmuyorsunuz.