Eskisi gibi sabahları saat sekizde kalkıyor, çaydan sonra eski kitaplarını ve dergilerini okumaya koyuluyordu. Yenilerini almak için artık parası yoktu.  Kitapların eski basımlarını satan sahaflar çarşısına gittiği günlerin birinde, sokağın başında bir korsan kitap satıcısı musallat oldu başına. Elinde Ahmet Ümit’ten üç beş kitap tutmuş, “beş kira ver yeter ağabey” diye peşi sıra dolaşıyordu. Almaya niyetli olmadığını görünce, fiyatını yarıya indiriverdi. Sevineceği yerde hüzün kapladı içini. Ahmet Ümit’in edebiyat aşkı üç beş kitap, değeri bir çırpıda yarıya düşürülüveren basit bir işporta malı olmuştu, yazık!… Alıp almamakta tereddüt etti; çünkü böylesine satın alınan ve tüketilen edebi kitaplar, çok ucuz ve yapmacık gelmişti ona. Ama her şey değişmişti artık. Edebiyat belki de korsan satıcılara yaptığı elçilikten dolayı küskün sahaflara… Seçkin kitapçılar ise, dükkanlar arasındaki birincilik yarışını çoktan kaybetti. Sayfaları huzur kokan dergiler de kitaplar da artık korsan ürünü. Ordan uzaklaştı ve ertesi gün için derin bir uykuya daldı. 


Güneşin doğuşuyla odaya süzülen ışıkların ahenkli dansına eşlik ederek yataktan kalktı ve içinden bazı şeyler geçirdi. 

 “Ben hiç kimseyim. Kütüphanemde olan kitaplar da hiçbir şey. Ne için çabalıyorum? Bugün gidip o korsan kitapları almalıyım, başka türlüsünü yapamam. Suç bende mi? Param yok işte. Hayır, bu korsan kitap falan değil, bu sadece belirli düzene oturtulmuş bir yığın kitap.” Bunu yapamayacağını korsan satıcıdan kitap alamayacağını biliyordu fakat yine de şansını denemek istiyordu. Neden böyle bir işe kalkışmıştı ki? Bu gereksiz serüven artık canını sıkmaya başlamış, bir taraftan da bundan olabildiğince çabuk kurtulmak için daha çok para kazanması gerektiğini anlamıştı.