Yaşlı bir kadın tepemde dikilmiş, bağırıyor. Sanki kimsesizmişim gibi hissettiriyor bana. Neredeyse ses tellerine elini atacak bir anda kavrayacak ve savurup kesecek onlarla beni. Kıracak çattığı kaşlarıyla belimi. Elimi, kolumu bağlayacak beyaz, bembeyaz, beyaz, beyaz saçlarıyla bağlayacak ve kaçamayacağım. Kimsesizim diyorum ya sanki kimse beni aramayacak, kimse beni soramayacak, kimse beni duymayacak. Birisinin olmadığı durumlarda kimse diye kullanılan bir kelime icat etmiş insanoğlu. Kimse elma sevmez burada gibi. Kimse ölmedi daha gemideki gibi. Kimsesizse kimsesi dahi olmayan insan demek işte. Olmayan insanlara dahi sahip olamayan insan. Korkak insan. Üzgün insan.
Yaşlı kadın bağırmaya başlamadan biraz önce kaplumbağayla konuşuyordum. Mutlu olamayınca insan -ki mutluluğu, gözünde başkalaştırdığı için elde edemez zannımca- mutsuzluğa bırakır kendisini aynı oranda. Acı gerçektir çünkü. Ulaşamadıkları yapmacık mutluluktansa. Mutluluğu o kadar abartmıştır ki insanoğlu onun boşluğunu derin bir mutsuzlukla kapatmaya çalışır.
Evet tam da bu köşeden geçen kaplumbağaya hitap ediyordum o anlarda. Çok fazla yer görmüş en az iki yüz elli sekiz yaşındaymış, çünkü o yıldan sonra saymayı bırakmış . Çok insan tanımış. Birçok dil biliyormuş, en sevdiği Fransızcaymış. Buralara geldiğinden beri en az altı yüz yıl geçmiş. Uçağa bile binmiş. Ben bile binmedim. Eşeklerin sırtında da gitmiş, sulardan da geçmiş. Ama ben geçmedim. Bir kadına âşık olmuş. Tepeler yanmış kadın öldüğü gün hatta. Dumanlar sarmış ama bütün dünyayı. Gökyüzüne yükselmeden önce denizlerin üzerinde birikmiş kara dumanlar. Olta atamamış balıkçılar. Uçamamış martılar. Şiir yazmış bir de. Okudu bana kahverengiye çalan kabuğundan kurtulmak istercesine gerinip;
Seninle birlikte gömdüm kendimi de
Ait hissettiğim omuz ve kalp mezardaysa artık
Bir mezara ait oldum ben de bununla birlikte
Başımı döndürür üzerimizde yetişen güller
Hatta ağaç büyür, beslenir bizden
Canımı sıkar mezar taşımızda ötenler,
Konmasınlar da dokunmasınlar
Ölüme hayattayken
Fransızcası daha hoş geliyormuş kulağa ama ben ne anlarmışım zaten.
O an geldi, işte yaşlı cüce ve cüce ve yaşlı kadın ve yaşlı cüce ve kadın geldi o zaman ve zamanın içinden. Çıkıverdi öylece. Uzun, ince ve kemikliydi. Dokunmayınca sert görünür, dokununca kırılır gibi olur bu kadın. Yaşlı kadın ve kaplumbağa anlaşamazlar. Yaşlı kadın ve kaplumbağa ezeli düşman. Hâlbuki ikisi de bana göre yaşlı ve bilge. Kadın daha çok huysuz ve cüce. Kaplumbağa kaçtı bile. Kaçtı, kaçtı, kaçtı ve ben kaldım ve kaldım ve kaldım. Yaşlı kadın konuştu ve konuştu.
Korkuyorum. Kimsesiz kalmışım. Farkına varmamışım. Üzüntülerimi ve yalandan mutluluklarımın mezarlığında kendimi asmışım. Farkına varmamışım.
Leyli
2020-11-09T15:30:05+03:00Kaç zaman önce aldığım bir notu hatırlattın; mezarıma güller dikilsin, ömrümce gülmeyen yüzümün taksiratını toprak affetsin. Çok hoş bir öyküydü, kalemine sağlık. :)