Kötülük, ruhumun dinginliğine atılan bir taş gibi. Tüm o ahengi bozarak büyüyen bir titreşimle dalga dalga yayılıyor benliğimin kıyılarına. Bozulan durağanlık bende öfkeye dönüşüyor. Huzurumu bozanın huzursuzluğunda buluyorum kendimi ve artık dağılmış oluyor dinginliğimin sonbahar yaprakları kıyılarımdan. Kötünün savaş meydanında, onun şiddeti panayıra çevirmekten zevk aldığı o kapkaranın içinde başlayacak birazdan bir hengame. Kötünün daveti ile daha da kötüleşecek her şey. Onu yenmem için ondan daha kötü olmam gerektiğini içimdeki ürpertiden seziyorum. Ona karşı yapacağım her hamlenin bendeki dönüşümü ondan daha kötü yapacak beni. Tehlike karşısında insanın tepkileri kendi Big Bang’leridir, kendi mutasyonu, değişimidir. Öfkelerim benden taşan lavlar gibi akar, gözyaşlarımı taşa çevirircesine. Duyguların kanıdır göz yaşı, ne kadar derine inerse o kadar kanar ve her zaman hüzünden de değil bazen mutluluktan da kanar.
Bu arada, burada iyilik yok! İyilik, Kabil’in Habil’i öldürdüğü o yerde saklandığı ağacın arkasında saklanmaya devam ediyor hala. Eğer aksi olmuş olsa ve iyilik o gün saklandığı yerden çıkmış olsaydı, belki bugüne kadar sürmeyecekti kötünün genleri veya bir başka deyişle demek ki hep açıktı Pandora’nın kutusu. Kötülüğün hazzında kaybolmuştur iyilik, şiddetin şölenine kapılmış ve gizli bir hayranlıkla müsaade etmiştir var olmasına. Belki de ‘iyilikten maraz doğar’ deyimini de bu düzlemde yeniden ele almalıyız. İyiliğin, bizi kötülüğe sevkidir belki de tüm bu iyimser çabalar. Tıpkı masallarda olduğu gibi iyilik için yola çıkan kahramanlar mutlu sona ulaşmak için karanlığın ve korkunun ürpertili labirentlerinden geçerler önce. Dikkat ediniz, artık yeni masallar yazılmıyor ve şimdinin yenileri her zaman mutlu sonla da bitmiyor. Çağımızın karanlığına hoş geldiniz.