Küçük izleri kendisini izliyordu sanki. Miniklerdi, şekilleri orantısız ve değişen izlerdi. Şaşırdığından dönüp dönüp bakıyordu gerisine. Güneş tepedeydi. Kaşlarından aşağıya teri akıyordu. Kahverengi gözleri çukura kaçmıştı. Burnu büyüktü ama kemerli duruşu sert bir izlenim yaratıyordu. İnsanların güvenine layık olmayan bir burnu vardı. Boynu tuhaf bir şekilde uzundu. Bedeninin de yabancılık hissi yaratıyordu. Rüzgârda savrulan ince bir dal gibi. Sanki o başı taşıması için mucizeler yaratıyor gibiydi. Kısa boylu paytak bir yürüyüşü vardı. Ayak izlerinden büyük ayaklarına baktı.
Terli elleri ceketine yollandı. İç cebinden sigara paketini aldı. İçindeki çakmağı ve bir dal sigara çıkarıp yaktı. Sıcak hava da sigara içmeyi sevmese de kendini tutamıyordu. Sonun böyle olacak demişti karısı ansısın. Ciğerlerin seni yarı yolda bırakacak. Sigara seni öldürecek diye eklemişti. Kafasını sallamıştı.
Sırtında çantası vardı. Ayakkabıların bağcıklarını bağlamış omuzuna atmıştı. Ayaklarını yakan kum tanelerini umursamadan yürüyordu sahilde. Aklında durgun düşünceler akıyordu. Ne dalga sesleri vardı ne de ufuğu karartan gökyüzü, boş ve sessizlik.
Sigarasının izmaritini denize attı. Karısının çatık kaşları belirdi. Elleriyle sanki görüntüyü kovarcasına elleriyle kovdu. Nefesi bitmek üzereydi. Sıcak kumlara bıraktı kendini. Sırtı şehre dönüktü, kahverengi gözleri ise sakince dalgalanıp köpüklerini kumsalla bırakan denize bakıyordu.
Omuzlarını yakan güneşi umursamamak imkansızdı. Şimdiden sırtında biriken terlerin ısındığını ve beyaz gömleğini sarımsı renklere dönüştürdüğünü biliyordu. Canını sıkmasına izin vermedi. Bir sigara daha yaktı.
En son ne zaman deniz gördüm diye düşünceye daldı. Hatırlamıyordu. Neden buraya kadar geldiğini düşündü veya nereye gittiğini… Hiçbir şey yoktu anılarından çıkarıp takip edebileceği. Uzattığı ayaklarına baktığında bir çocuğun ayağını görüyordu. Çok sıcak olmaya başlamıştı.
Benim bir karım var dedi fısıltıyla. Sigara içmesinden nefret eden karısının anıları vardı. Ama düşündükçe daha ilerisine gidemiyordu. Sırtı kendisine dönük. Mavi bluzlu bir kadın görüntüsü vardı hep. Saçları omuzlarından aşağıya doğru dalgalı bir şekilde akıyor ve ağzından, sonun böyle olacak kelimeleri dökülüyordu. Sigarasından bahsediyordu her seferinde. Daha fazlası kesilip atılmış gibi boştu.
Ben kimim?
Herkes hayatının bir kısmında bu soruyu sormuştur diye düşündü. Ama hiçbir zaman cevaba bu kadar ihtiyaç duyacağını düşünmemişti. O noktaya geldim mi diye kendisi ile konuştu. Sigarasının küllerini rüzgâr savurmuştu. Zaman sanki elinin arasından kum taneleri gibi akıyordu. Sadece gölgesi ile dikilmiş korkuluk gibi hissediyordu kendisini. Daha fazlası yok.
Neden öfkeli değildi, neden sinirli veya korkmuyordu. Ya da neden, böyle düşünmesi gerekiyordu. Kafası karışmıştı. Ama duygu kırıntılarından eser yoktu. Bomboş bakışları ile denizi izliyordu.
Kim olduğunu bilmiyordu. Zamanla dalaştığı bir savaşı olmamıştı sanki. Bir çocukluk anısı fazlaydı onun için. Sert babasının sözleri ile yaralanmamış anne şefkatine karışmış hayal kırıklığı omuzlarına binmemişti. Dümdüz bir adamdı o.
Bir ses duyuyor gibiydi. Uzaklardan akan naif bir ses.
Kafasını çevirdiğinde yanı başında bir adam oturuyordu. Nefes alışı oldukça gürültülüydü. Kafası karışıyor. Daha önce nasıl fark etmediğini anlayamıyor. Uzun beyaz ve gri saçları sakalına karışmış omzuna kadar uzanıyordu adamın. Kaşlarınızdaki kıllar çukurlu mavi gözlerini gizliyordu. Dudaklarını örten sarımsı beyaz bıyıkları burnu kadar uzundu.
Dün burada bir balık öldü dedi. Nereden çıktığı belli olmayan bir sigara belirmişti dudaklarında. Dumanı yoktu ama içine çektiğinde külleri kâğıdı yakıyordu. Öksürdü.
Kafası karışmıştı. Balığın suda ölme fikri komik gelmişti. Acaba neden? Üstüne düşündüğünde balığın suda boğulma fikrine alışık olmadığını fark etti ve bu fikirler komik gelmişti kendisine. Ancak hiçbir anısı olmayan içi boş bir adam nereden bilebilirdi ki denizde boğulan balığı… Geçmişi karanlıktaydı. Belki geçmişi yoktu. Sadece çıplak ayaklarla sahil boyunca yürüyen bir gölgeden ibaretti. Neden ayakkabılarımı sırtımda taşıyordum. Elimdeki çanta neyin nesiydi acaba. Gözleri sağındaki çantaya kaydı.
Baktığın yer sana bir şey söylemez dedi yaşlı adam. Sigarası ilk yaktığındaki gibi duruyordu. Dumanı hala yoktu. Neden duman olması gerektiğini düşününce aklına daha fazla soru geliyordu. O da kesip attı düşüncelerini.
Kimsin sen.
Sıradan bir balıkçı. Güneşte yanan elleriyle ileri, suyun üstünde sallanan teknesini gösterdi. Maviye boyanmış. Bir çocuğun elinden çıkan boyamalar her tarafı kaplamıştı. Çiçekler, kelebekler ve bolca güneş vardı.
Tekneyi boyayan torunun mu?
Hayır, ben boyadım. Derin bir nefes aldı. Zamanın bunamış saat tıkırdamaları gibiydi. Her bir figür yıllarımı aldı.
Kafası iyice karışmıştı. Teknenin sadece sol tarafı gözüküyordu ancak toplasan yedi tane desen vardır diye düşündü. Diğer tarafında ise aşağı yukarı aynı çizimler olabileceğini düşündüğünde pek de eski bir balıkçı olmadığına kanat getirdi. Oysa varlığı ile balıkçı olma arasında bir çizgi yok gibi gözüküyordu yaşlı adamın.
Kaç senedir balıkçılık yapıyorsun.
Doğduğumdan beri.
Ama… boyalar demiştin. Toplasan 15 tane falan vardır herhalde. Diğer tarafını görmedim oysa…
On bir tane var.
On bir yaşında olduğuna inanmamı bekleyemezsin benden.
Sen kaç yaşındasın evlat, dedi yaşlı adam. Sigarasının küllerini kızgın kumlara bıraktı. Gözleri üstüne yoğunlaştığında mavi gözleri okyanus dalgaları gibi dalgalanıyordu.
Bilmiyorum dedi. Bilmiyordu. Sessizleşti.
Bilmediği şey hakkında çok şey bilmen ne kadar da ilginç.
Gerçekten de ilginçti. Bir yaşanmışlık olmalıydı içerisinde. Beyaz gömleğin içine girmiş bu adam neden beyaz bir gömlek giymişti. Elinde neden çanta vardı… Kimdim ben. Ve şimdi neyim.
Tam şurada balık öldü işte.
Ne?
Balık diyorum delikanlı. Tüm o güzelim pullarına rağmen boğularak öldü zavallıcık. Kimsenin yardımı dokunmadı. Görmesi hoş görüntü değil.
Tahmin edebiliyorum dedi. Ama tahmin ettiği yoktu. Absürt ve saçma geliyordu ama neden? Bilmiyordu.
Dünya hep böyle bir yer miydi; bitmeyen sigara ve denizde ölen balık… Yoksa ben mi deliyim yaşlı adam.
Yaşlı adam bakışlarını tekrar denize çevirdi. Kimse senin hakkında bir şey söyleyemez evlat. Duymak istediğin kelimeleri ağzımdan dökülmesini bekleme. Ben kendi şarkımı çalarım sen de kendi ezgini.
Sorunda bu, ezgim falan yok benim. Kaybolmuş bir gölgeyim. Neden buradayım bilmiyorum.
Balık öldüğünde kurtarmaya çalışan bir adam vardı. Dedi yaşlı adam. Sigarası ağzında konuştukça hareket ediyordu. Bir tek onun gözyaşları tuzlu suyla karışıp kirlenmemişti. Saf bir hüzündü yanaklarını ıslatan. Görülmesi hoş bir manzara değil evlat.
Yaşlı adam yavaşça kalktı. Gri pantolonuna ilişmiş kumları iri elleriyle tokatlayıp etrafa saçtı. Tepesine dikildiğinde gölgesi suratına düştü. Karanlığa bürünmüş suratı tanrı gibiydi. Sert kaşları ve kambur duruşu ağzından dökülecek kelimelerin kurtarıcısı olacağını bekledi.
Yaşlı adam sadece elveda dedi. Uzaklaşırken bıraktığı ayak izleri oldukça büyüktü.
Ceketinden bir sigara çıkardı. Sonra beyaz gömlek giydiğini hatırladı. Her sigara içmek istediğinde ceket giydiğini fark ettiğini yeni fark etmişti. Şaşırmadı. Sessizce çakmağını çıkartıp sigarasından tüttürdü. Karısı tekrar aklına düştü. Sırtı dönük, yüzünü hiçbir zaman hatırlayamadığı karısı.
Gözlerini denizden ayırıp çantasına baktı. İçine dolan gizem okyanus gibi coşmaya başlamıştı. Şifreliydi. Şifreyi girdi. Çanta tok bir sesle açıldı. Alnına yapışan terleri sildi.
Lacivert renkliydi içerisi. Oldukça temizdi. Oldukça basitti. Tüm o basitliğin içinde bir yayın balığı duruyordu. Hareketsiz ve sessizce uykuya dalmışçasına masum bir duruşu vardı. Gözleri kapalıydı. Gözkapakları vardı, ağzından birkaç damla su akmış lacivert kumaşı ıslatmıştı.
Çantayı kapattı. Elleriyle sımsıkı tutarak yüreğine bastırdı.
Gözlerinden akan yaşın ter olmadığını biliyordu. Yanaklarını yakan acı oldukça sıcaktı. Ayaklarına baktı. Bir çocuğun ayakları diye düşündü. Bir yüzgeç değil. Basit gücük bir ayaktı sadece.