Güneşin ışınları usulca salınan dereye ulaşıp, seffaf bedenlerimizi aşarak tabana yansıyordu. Arkamı dönüp güneşin ve bedenlerimizin parlaklığının çizdiği resmi izliyordum. Sahip olduğum tek sanat buydu, ben de kendimi buna karıştırmak için yavaşça dans ediyordum. Her sabah havanın aydınlanmasıyla bu manzarayı izlemeye geliyordum ama benim için hala harikaydı. Sanırım her zaman küçük güzelliklerin büyüleyici geldiği bir tane olacaktım.
"Mavi neredesin? Yine mi güneşin yansımasını izliyorsun?" Sesi biraz endişeli gibiydi ama beni nerede bulacağını biliyordu.
Hızla yanına yaklaştım ve elinden tutup onu yüzeye çıkardım, arkamızı dönüp güneş ışınlarını izlemeye başladık.
"Anne baksana! Bu güzel şekiller bizim dalgalanmamız sayesinde oluyor." Garip şekiller yaparak onun da ilgisini çekmeye çalışıyordum. Parlak gölgem çok silikti ama dikkatli bakınca görülüyordu, zaten aralarında en garip parlaklık benimkiydi.
"Hala neden heyecanlandığını anlamıyorum, her gün bunu görüyorsun zaten." Annemi duymadan garip şekiller yapmaya devam ediyordum ve kendimce eğleniyordum. "Tamam Mavi, koşuşturmayı bırak artık."
Güneş hiç acelesi olmadan yükseliyordu ve küçük deremizin olduğu çayır uyanıyordu. Cırcır böceklerinin sesini artık kurbağalar almıştı, bazen başımı kaldırıp kelebekleri izliyordum ve bulutlara bakıyordum. Annem onlara ulaşabileceğimi söylüyordu ve sonra yağacağımı, acaba oradan beni görüyor muydu taneler? Her ihtimale karşı gülümsedim gökyüzüne.
Kurbağanın dereye yaklaştığını gördüğümde hızla derinlere ilerledim. Kurbağanın üzerine yapışıp arkadaşlarımdan ve annemden ayrılmak istemiyordum. Bunun bir gün olacağını biliyordum ama ne kadar geç olursa o kadar iyiydi. Başıma gelecek çok fazla ihtimal vardı. Bu çok fazla macera yaşayabileceğim anlamına gelse bile hazır mıyım bilmiyordum.
Dünyayı gezmek istiyordum, okyanuslara ulaşmak ve nadir görülen anlara karışmak... Yine de yalnız olmaktan korkuyordum, küçücük bir su tanesiydim ve tek başarabilir miydim ki? Biz su taneleri toprak ve deniz dışında düştüğümüz yerlerde ölürdük, ölenlerin bedeni tekrar gökyüzüne yükselirdi ve orada yeniden doğardık. Bazen kimin bedeniydim diye düşünmeden duramıyorum, nasıl ölmüştü acaba? Yaşama yakınken mi ölmüştü yoksa hiç beklemediği bir anda mı?
"Mavi şimdi nereye kayboldun? Mavi!" Annemin sesiyle düşüncelerimden aktım ve yanına gittim.
"Üzgünüm anne, kurbağayı görünce derinlere daldım, beni senden ayrımasından çok korkuyorum." Ona bakmam için yüzümü avuçlarının arasına aldı. Sonra sağa yatmış saçımı su eliyle birleştirerek düzeltti.
"Benim tatlı Mavim, yaşayacaklarına her zaman hazırlıklı olmalısın. Bazen kaçtığında, yüzleşmediğinden daha büyükleriyle karşılaşabilirsin. Ben de senden ayrılmak istemiyorum ama biz su tanesiyiz ve bir su tanesiysen asla nereye yağacağını bilemezsin."
"İçimde balıklar yüzdürdüğün için teşekkür ederim anne." Güldü ve gözlerimi izlemeye devam etti. "Seni üzmek istemiyorum anne ama yaşamak istemediklerimden de olabildiğince kaçıyorum. Toprağa düşüp bir meyvede sıkışmak istemiyorum, senin gibi gezmek ve yeni taneler tanımak istiyorum. Kim bilir belki yedi renk dışında ismi olan su taneleri de vardır."
"Merak etme Mavi, bir gün dünyanın inanılmazlıklarını göreceksin. Ama efsaneyi biliyorsun, farklı isimde bir tane görür müsün bilmiyorum."
Yedi renk efsanesi en sevdiğim efsaneydi, efsane çok nadir gerçekleşen bir olayla ilgiliydi. Yağmur, ölü bedenlerin yeniden doğması ve seyahat eden tanelerin yer değiştirmesi için olan bir olaydı. Bir gün yeni tanelerin doğumu sırasında, yani yağmur yağarken, çok sıradışı bir olay yaşanmış. Gökyüzünde yedi farklı renk belirmiş ve bir süre de gökyüzünde kalmış. Bundan önce öylesine isimler alan taneler, artık bu yedi renkle isimlendirilmeye başlamışlar. İsimlerimiz benzer olsa da seslerimiz eşsiz olduğundan hala birbirimizi böyle tanırız.
Efsaneye göre bu renkler içimizde gizliymiş. Bunun için gökyüzüne tırmanmam ve yere düşerken güneşin içimden geçmesine izin vermem yeterli. Bu kadar basit olmasına rağmen hiç görmediğim için gerçek mi bilmiyorum. Gerçek olmasa bile, birinin hayal dünyasında bunu yaratabilmesi daha çok sevmeye neden değil mi?
"Eğer görürsem ilk sana söyleyeceğim." Göz kırpıp avuçlarını yavaşça ıslak bedenimden ayırdı.
"Mavi! Nilüfer yaprağından kaymaya gidiyoruz, gelecek misin?" Annemin arkasından geliyordu bu ses ve Turuncu'nun sesiydi, en iyi arkadaşımın.
Anneme baktım ve hızlıca onu öpüp Turuncu'nun yanına gittim. "Kendine dikkat et ve bir şey olursa bana seslen tatlı Mavim. Balık yüzdürmeye gideceğim ben de." Arkamdan güzel sesiyle annem sesleniyordu.
"Anneni çok seviyorsun değil mi tatlı Mavi?" Omzuna yavaşça vurdum. "Sakin ol tatlış Maviş, kötü bir şey demedim."
"Sen de hala babanın küçük tanesisin Turuncu."
"Öyle ama yakında değişecek ve artık özgür olacağız. Babam yaz yağmurlarının yakında geleceğini söyledi. Düşünsene Mavi, bu küçük dereden çok uzak yerlere gidebileceğiz! Söyle en çok ne yapmak istiyorsun?" Söylediklerinin içimde korku kaplamasıyla birden o andan koptum.
Aslında buna sevinmem gerekirdi değil mi? Yeni taneler doğacaktı, benim yeni bir hayatım olacaktı... Belki benim bulduğum gibi güzel bir anne, ya da baba bulacaklardı. Su taneleri onu kim yağarken yakalarsa onun çocuğu olurlardı. Birbirini seven bazı çiftler de vardı ama genelde yalnızca bir büyük bakardı bize. Bu tamamen şansa denk gelen bir şeydi ve ben çok şanslıydım.
Güzel şeyler düşünerek geri dönmeye çalıştım. "Sanırım en çok şelaleden atlamak istiyorum."
"Bu güzelmiş, ben de insan bedenine girmek istiyorum. En ilginç hikayeler onlarda, göz bölümüne gideceğim, tehlikeli ama babamın anlattığı en güzel hikayeler hep oradan." Nilüfere iyice yaklaşmıştık.
"Birazdan Mavi ve Turuncu da burada olur." Dedi biz yaklaşırken Mor.
"Mavi mi? Neden onu çağırdınız ki? O biraz garip ve şey, sıkıcı." Arkalarından gidiyorduk ve Sarı'nın bu dediğini duydum.
"Evet güneş doğarken yüzeye çıkıp garip şeyler yaparken görüyorum onu." Diyerek güldü Yeşil.
Duymamış gibi yapmaya çalışıyordum ama benim hakkımda böyle düşündüklerini duymak canımı yakıyordu. Onlara yaklaştıkça yavaşlıyordum, bunu devamında söyleyeceklerini duymak için mi yoksa geri dönmek için kendimi frenlemek için mi yaptığımı bilmiyordum. Turuncu da üzülüyordu ama birazdan her şeyi düzeltebilecekmiş gibi benden biraz daha önden gidiyordu.
"Yapmayın çocuklar, ne kadar kalabalık olursak o kadar eğlenceli oluyor nilüfere tırmanıp kaymak."
"Merhaba çocuklar, haydi hemen tırmanmaya başlayalım." dedi Turuncu, onları susturmak ister gibi sesini yükselterek. O sırada Sarı'yla göz göze geldik ve hemen gözlerini kaçırdı.
Söylenenleri düşünmeden hemen aralarına karıştım, yarın ne olacağını bilmiyordum. Hem belki beni görürlerdi, bir şeyleri yapma nedenimi anlarlardı.
"Mavi atlamaya bayılır, önce onu atalım sonra bizi yukarıya çeksin, ne dersiniz?"
"Haydi Mavi." dedi Sarı gülümseyerek.
Hep beraber defalarca nilüfere tırmanıp birbirimize tutunarak yaprağın ortasından kaydık. Hava usulca kararıyordu ve güneş turuncuya döndüğünde, kayarken gözlerimi kapatıp göz kapaklarımdaki renge odaklanıyordum. Bunun da garip olduğunu düşüneceklerini biliyordum ama bu bana iyi hissettiriyordu. Asla ulaşamayacağım güneşe dokunmak gibi... Keşke nasıl hissettirdiğini bilselerdi ama asla benim gibi gözleri kapalı göremeyeceklerdi. Bu onların görmek istememesinden miydi yoksa benim fazla olmamdan mı?
"Tamam, bu son sonra eve gideceğiz. Sarı sıra sende ilk seni atacağız." Hep beraber sarıyı nilüfere attık. Tam Turuncu'yu atacaktık ki kurbağa nilüfere yaklaştı.
"Çocuklar! Hemen beni aşağıya çekmelisiniz!" Hemen kendime gelip hızlı bir şekilde etrafıma bakıp düşündüm.
"Turuncu beni fırlat!" diyerek Mor'un omzundaki Turuncu'ya doğru zıpladım ve o da beni eliyle bize uzanmış Sarı'ya doğru fırlattı.
Tam elini yakalayamayacaktım ki kurbağa nilüfere atladı ve o sarsıntıyla elimi tutabildi, sonra ben de hızla onu aşağıya çektim.
Hepimiz hızla derine ilerledik ve korkuyla birbirimize baktık. "Eğer o kurbağa beni götürmüş olsaydı ne yapar eder bir şekilde üstünüze yağardım." Sarı'nın bu söylediği hepimizin gerginliğini yok etti ve gülmeye başladık.
"Artık herkes ailesinin yanına dönse iyi olacak sanırım." dedi Turuncu.
"Yarın görüşürüz." dedik hepimiz birbirimize.
"Görüşürüz Mavi, teşekkürler." Sadece küçük bir gülümsemeyle veda ettim Sarı'ya.
Turuncuyla beraber eve dönüyorduk. "Ondan hoşlanıyorsun."
"Onu nereden çıkardın?"
"Şey, aptal olmadığım için anlayabiliyorum." Gülüp ona baktım.
"Ne fark eder Turuncu? Söylediklerini duydun."
"Yapma Mavi, seni tanımıyor. Tanımadığın taneler hakkında konuşmak kolaydır ama zamanla ne kadar harika olduğunu anlayacaktır."
"Önemli bir şey değil, belki de tanıdıkça ben ondan hoşlanmam." Elini omzuma koydu.
"Hangisi olursa zamanla olacak bu sürede kendini kaptırma yeter, iyi geceler Mavi." dedi esneyerek, ben de gülüp başımı salladım.
"İyi geceler Turuncu, yarın görüşürüz." Yavaşça uzaklaşıyordu, artık üzüldüğümü belli etmememe gerek kalmadığından yüzüm düşmüştü.
"Mavi, bir şeye canın mı sıkıldı miniğim?" yanıma geldiğini fark etmemiştim.
"Hayır anneciğim, sadece dalmışım." Bir süre yüzümün her ayrıntısını inceledi, gözleri biraz dolmuştu.
"Ah Mavi, gökyüzünden ilk kucağıma düştüğün zamanı hatırlıyorum. Herkes kucağını açmış küçük yavruları tutmaya çalışıyordu. Minik ağlama seslerini duydukça onları tutmak için bir sağa bir sola koşuyorduk. Yağmur durmuş, herkes kucağında minik bebeğini seviyordu, bense boş ellerimle onların mutluluğundan kendime pay çıkarmaya çalışıyordum. Sonra bir ağlama sesi duydum, sese doğru yaklaşınca dalların arasına sıkışmış küçük bir bebek olduğunu gördüm. Olması gerekenden küçüktü, sanırım bu yüzden kimse onu almamıştı. Hemen ona ilerledim ve kucağıma aldım, masmavi gözleri ay ışığında parlıyordu. Ben de onun adını Mavi koydum. Sen benim yağmurdan sonraki en büyük mutluluğumdun Mavi."
"Seni seviyorum anne." Uzanıp yanağını öptüm.
"Haydi uyumaya gidelim."
"Hikaye anlatır mısın anne?" Başını sallayıp biraz düşündü sonra anlatmaya başladı.
"Bir yaz yağmurundan sonra deremiz taşmıştı, babamdan ayrılarak denize sürüklendim. Balık yüzdürme görevindeydim ve birden kendimi kocaman bir balığın midesinde buldum, her yer karanlıktı, tek bildiğim onun içinde olduğumdu..."
"Aylarca orada kaldın sonra seni bir delikten gökyüzüne fırlattı evet anlatmıştın anne." Biraz durup güldü.
"Peki o zaman bir şişenin içinde tıkılıp kalmamdan bahsettim mi?"
"Evet anne hatta sonra bir insanın içine girmiştin ve aylar sonra çıkmıştın oradan."
"Peki ya toprağın derinliklerine inip su bulmamı?"
"Evet anne, bunların hepsini anlattın. Başka hikaye yok mu?"
"Sanırım tüm hikayelerim bitmiş." Her gece annemin hikayeleriyle uyurdum, tüm hikayeleri bittiği için biraz üzülmüştüm.
"Ama üzülme Mavi, bir gün sen de kendi hikayelerini yaşayacaksın ve çocuklarına anlatacaksın."
"Ama sen yanımda olmayacaksın, her zaman beraber olamayacağız." Çenemi ıslak elleriyle kavradı ve gözlerimin içine baktı.
"O zaman bana anlatacak hikayelerin olur ha? Benim hikaye anlatmamdan sıkıldım, seninkileri dinlemek isterim." Bu bile beni neşelendirmemişti.
"Ama anne ya istediğim yerlere gidecek kadar yaşayamazsam, toprağa sıkışırsam ya da öleceğim bir yere yağarsam?"
"Ölümden korkma Mavi, tüm yaşayanlardan daha yakınız ölüme. Hayatla ilişkin koptuğunda, buharlaşıp gökyüzüne yükseleceksin. Bedenin başka tanelerle karışacak ve yeni bir tane çıkacak ortaya. Atalarımızın inanışına göre öldüğünde yok olmazsın, tüm yaşadıkların diğer tanelerin rüyalarında tekrar canlanır. Bu yüzden ölmekten korkma, yaşadığın süre boyunca öğrenememekten kork. Başkalarının rüyalarında gülümseme olmak için bir şansın var, onu güzel değerlendir benim parlak Mavim."
Öylece yıldızları izliyordum, sanırım yaşamaya başlamadıkça tüm ihtimallerden korkacaktım. "Haydi ama Mavi, yapma böyle, su taneleri mutlaka akacak bir yol bulur."
"En güzel maceraları hayal ediyorum bazen. Bulutları kucakladığımı ve balıklarla konuştuğumu hayal ediyorum. Okyanusta bir sürü arkadaşımla toplanıp nilüfer yaprağında kayacağımız günler çok yakın gibi. Beni çok sevecek ve yaptıklarımı garip bulmayacak tanelerle bir sürü maceraya atılıp hep mutlu olacağım. Sence yıldızlar dereye yansıyınca içimde gibi hissetmem normal mi anne?"
"Normal değil ama güzel Mavi, biz şeffafız, ne istersen o olabilirsin. Ruhun daima senin boyadığın renkle parlayacak, isminin bir önemi yok." Başımı öpüp uyumamız için bana sarıldı. "Ne yaşarsan yaşa sakın ağlayarak kendini eksiltme tamam mı?"
"Tüm duyguları hissetmek istiyorum ama söz veriyorum, ağlamayacağım."
"Söz verdin." dedi gözleri kapalıyken. Son kez yüzünü izledim sonra ben de uyudum.