Küllerin içinden beyazları hiç ayıkladın mı? Ya da ayıklamak istedin mi?
Sadece beyazı görmek, kirlenmeden kendimi berraklığa kavuşturmanın yollarını arıyorum. Arıyorum ama zorluğu şimdiden bütün düşleri grileştiriyor, kendini öylesine gizli bir şekilde içimde saklıyor ki resmen tutuşuyor. Küçük bir anı kollarcasına bedenimin bi köşesine kurulmuş orada öyle bekliyor, bir şey oluversin ve bütün beyaz istekler dahi birden grileşsin. Belki de biz alıştık, güzelliğin ve sessizliğin huzurunun çok eskilerde kalmasına ya da tam yanımızdayken görmemeye, ruhumuza yakıştırmamaya. Kendimize yaptığımız en büyük bencilliğin bu olduğunu düşünüyorum. Baharın akıveren o sesini, rüzgârın tenimize vurması ile gözümüzü maviliğe kaldırmayı yok sayarak, sadece içimizdeki duvara odaklanıyoruz.
Tercihlerimizin sonucunu yaşıyoruz dersek, hayatın bize getirdiklerini görmeden getirmediklerinin huzursuzluğu ile kaybolup gidiyoruz. Sonuçta görmek ve görmemek yine bizim tercihimize kalıyor. Klişelerin bu hayattaki en gerçekçi cümleler olduğunu varsayarsak, hayat kısa. Uzun ve yoğun hayallerin içinde kalarak hayatın kısalığının pek farkına varamıyoruz. Ve ne yazık ki hayatımız grileşen küller arasında rüzgarın saniyelik üflemesi ile bitip gidiyor. Gittiği gibi geri de gelmiyor.
Odaklanmamız gereken noktaları geçici isteklerle karanlığa bürüyerek dış dünya ve içimizdeki bağı incelte incelte koparıyoruz. Ve kendimizi, yeni deneyimlemeye başladığımız bu hayatta kaybolurken buluyoruz.