Bugün kültürler ve kültür anlayışlarının bireyin davranışlarını birey istemese dahi nasıl şekillendirebileceğini ya da şekillendirmeye çalışacağını tartışacağım kendimle.


Kültür nedir? En basit anlatımı ile toplulukların birlikte kurdukları, yaşam içerisinde oluşturdukları ortak anlayış, dil, davranış biçimlerinden oluşan gelenek, görenek, giyim tarzı, sanat anlayışı, din yaşamı, insanların birbiri ile iletişimi gibi birçok alanı kapsayan ve etkileyen bir kavram diyebiliriz. Peki belirli bir kültürü kabul eden ya da oluşturan nesilden sonra o kültürün kapsam alanında olan topluma yeni nesiller geldiğinde ve o nesil ya da tek bir birey, o kültürün bazı unsurlarını doğru bulmasa bile toplumun kültürü olduğu için benimsemek ve her davranışını deyim yerindeyse "Toplumun algısına, kültürüne uyacak mı?" diye düşünerek diken üzerinde mi yapmalı? Benim cevabım hayır! Zaten kültür tam da bu yüzden değişken bir kavramdır, hem toplumdan topluma hem de aynı toplum içerisinde zamandan zamana kültür çok farklı şekillere bürünebilir.


Pekala, kültürün değişken bir kavram olduğunu öğrendik. Peki ya neden "Aaa, sus, burada yanlış anlarlar, bunu giyersen seni topa tutarlar..." vb. söylemler insanın dilinden eksilmiyor? Oysaki o giydiğin kıyafeti kötülük için giymiyor olabilirsin, belirtmek isterim ki giyim konusundaki sıkıntı tek bir cinsiyeti kapsamıyor, tüm cinsiyetleri içine alıyor. Yaptığın işi ya da söylediğin sözü kötülük için yapmıyor, demiyor olabilirsin. Tam tersi, bu senin normalindir ve senin normaline laf ettiklerinde neden sinirleniriz? Ben biyolojik bir cevap bulabildim. Tabii ki başka birçok cevap versiyonu olabilir ancak benim bulduğum cevap şu: Tehdit hissediyoruz. En azından ben öyle hissediyorum. Fiziksel bir tehdit değil ancak kişiliğimize, karakterimize, özgürlüğümüze, sınırımıza yani kısaca "ben" dediğimiz alana karşı bir tehdit... Üzerine oturmayacak, asla istemediğin ve karşı taraflardan üzerine oturtulmak için uğraşılan bir karakter değişimi tehdidi hissediyoruz. İşte bu durum da bizi hırçınlaştırıyor. Peki bu hırçınlığı nasıl dinginleştirebiliriz? Bu soruya kendi deneyimimden verebileceğim tek tavsiye: Sinirlendiğini karşı tarafa düzgün bir üslup ile aktarabilirsin, bu insanı bir nebze rahatlatıyor.

Gelelim kültürün dışına çıkmaktan korkmaya...


Artık kültürün değişen bir olgu ve bu olguyu tanımlayan bir kavram olduğunu birçok insanın az çok bilmesine rağmen, neden korkarız içinde bulunduğumuz toplumun kültürünün dışına çıkmaktan? Ben buna şu an iki tane cevap bulabildim: İlki dışlanma korkusu, ikincisi ise bilinmeyenden korkma olabilir. İlk söylediğim hem farklı kültür toplumlarına giren hem de farklı kültür toplumlarına girmeyen insanlar için geçerli olabilecek iken, ikinci söylediğim sadece farklı kültür ortamlarına girmeyen insanlar için geçerli olabilir çünkü farklı kültür ortamına bir kez giren insan bir kez bilinmeyenle yüzleşmiştir. Bir kez bilinmeyeni tanımış ve her bilinmeyenin o kadar ürkütücü olmadığını anlamış olabilir. Ancak bu demek değildir ki farklı kültür ortamına giren insan artık hiçbir bilinmeyenden korkmaz, yine korkar ama bilinmeyeni deneyimleme sayısı arttıkça ters orantıyla bilinmeyene karşı duyduğu korku azalır. İşte o zaman Stefan Zweig'ın "Mecburiyet" öyküsünde değindiği "Toplum delirdi ya da yanlış bir şeyler yapıyor diye birey de mi delirmeli ya da yanlış bir şeyler yapmalı?" sorusuna daha özgür, daha kendimizce cevap verebilir ve bu soruya kendimizce cevap verebildiğimiz zaman durağan gibi görünen ancak uzun zaman da alsa değişen kültürün değişim yoluna bir rüzgar da biz eklemiş oluruz.


Bir dahaki yazıda görüşmek üzere...