Ulus bilinci aşıldı fakat yerine hiçbir şey konulamadı .
Filmin en çok ilgimi çeken yanı gizli konuşmalardı. Hepimizin bildiği ortak anlamlar ile örülü hayatımız ve mekanımız yani; ülkemiz, bölgemiz, dilimiz... Sıradan muhabbetlerin arasında bir çok farklı şey duyuyoruz bize yaşantımız hakkkında bilgi veren. Erzurum bunun için bilhassa seçilmiş gibi. Filmin Konusundan ziyade ben daha çok mekan, kimlik ve insan ilişkileri üzerinde duracağım. Erzurum'un uzak bir köyünde bir köy okulu. Okul uzaktan baktığımızda atfettiğimiz bir çok anlamdan sıyrılmış adeta yozlaşmış gibi. Okullar ulusal kimliğin oluştuğu ilk yerdir Yani içinde yaşadığımız egemenliği altında olduğumuz devlet ile ilk karşılaştığımız ve ideolojisini tanıdığımız yerdir. Fakat biz bu okulda bıkmış can sıkıntısı ile dolu bir öğretmen ve hiçte idealist olmayan bir düzen olduğunu görüyoruz. Bu öğretmen mesleğine oldukça kayıtsız ve uzaktır . Hatta mesleğinden nefret eder olmuş ve bu durumu şu sözler ile anlatıyor bir sahnede: "Bir de o kadar sınava çalıştık". Okuldaki insan ilişkileri makamlar arası ilişkiler oldukça idealden uzak bir noktaya hatta senli benli bir düzene dönüşmüştür. İşte tam burada bizim amacımız tam olarak neydi ? biz ne yapıyorduk hissi doğdu içime bu eğitim sistemi neden vardı? Ulus bilinci aşınmış fakat yerine bir şey de konulamamıştı. Neyse, Bir diğer sahne de ise Rütbeli bir asker Samet'e laubali bir tavırla özel hayatı ile ilgili mevzulara giriyor .Samet ise komutana çok kızsa da ondan korktuğu için bunu gülerek belli etmemeye çalışıyor. Anlıyoruz ki kimse kimseye gerçekten saygı duymuyor . yozlaşmış mecburi ilişkiler kurulmuş .
Fillmin çekildiği zamana bakınca içinde yaşadığı toplumun gerilimini hissediyor gibi yönetmen. Samet ile Nuray'ın evdeki buluşmasında işin daha başından bir amaç tartışmasına dönüşmesi gibi ve o alışık olduğumuz şekilde insanı anlama çabasına şahit oluyoruz. "Sen necisin?" diye soruyor yemek masasında Nuray, Samed'e. Sanki bana kim olduğunu değil, hangi tarafta olduğunu söyle seni ona göre anlamlandıracağım der gibi .
İnsanı belli kategoriler ve kodlar üzerinden anlamaya alışık olduğumuzu hatırlıyoruz birden: Nerelisin? Nerde okuyorsun? Ne iş yapıyorsun?.
Meseleyi fazla mı uzaklara taşıyorum bilmem ama Nuray ile Samed'in tartışmasını modern ile post modern hesaplaşmasına benzettim kimi açılardan.
Samed, kendini kıştan sonra baharı göremeyip sararmış olan kuru otlara benzetiyordu . Onlar gibi değersiz, anlamsız yılgındı.
Bu can sıkıntısı gerçekleşmemiş hayallerin ukte kalan hislerin ve beklentilerin tortusuydu. Herkes mutluluğu bulabiliyorken herkes için hayatı anlamlandırıp umut ile yaşamak kolay iken Samed onlar gibi olamadığı için öfkeliydi . Sevim gibi her halükarda istediğini alan hayatın neşe çalan biri olamayacaktı .Bu bölgeden gitmek ve her şeyin bu bölgeden gitmek ile düzeleceğini ummak onun umuduydu . Nereye giderse gitsin hiçbir şeyin değişmeyeceğini yüzüne vuran ise Nuray olmuştu. Bir diğer ilgimi çeken karakter ise Mustafa oldu . Küçükken babası istihbarat tarafından alınan Mustafa sisteme karşı küskündü ve belki de bundan dolayı hiçbir şey olmak istemiyordu. Sisteme karşı mücadele vererek hain olmaktansa hiçbir şey olmamayı seçmişti. Sistemde kendine bir yer bulamıyorsan ona ait değiilsin demektir.
"Can sıkıntısı insana mahsustur"