Tam hatırlamamakla beraber yaklaşık yedi yaşında iken bir sabah beslediğim muhabbet kuşunun kanat çırpma seslerine uyandım. Ben uyurken her nasıl olduysa kafesin kapısı açılmış, o da bu fırsatı kaçırmayıp kafesinden çıkmıştı. Yaz aylarında olduğumuzdan dolayı evin pencereleri ve balkon kapıları sonuna kadar açıktı. Gözümü açtığımda bir sağa bir sola, hesaplanmamış bir biçimde, evin içindeki eşyalara çarpa çarpa uçan kuş; sonunda kapının yerini bularak kendini boşluktan dışarı atıverdi. Arkasından koşup onu izlemeye başladım. O an bir yanım hüzünlüyken diğer yanıma garip bir şekilde huzur dolmaya başladı.Çünkü şimdi gökte hürce süzülen o kuş, benim yemini ve suyunu verip kenara çekildiğim ve bu nedenden ötürü bana minnet göstermesini beklediğim kuş değildi. O şimdi, kendini en iyi biçimde ifade edebildiği yerde; bütün duvarların arkasını görme yetisine sahip, bütün perdeleri aralamakla meşhur, hür ve bir o kadar da genç bir kuştu.Ben ona yemini ve suyunu verirdim, o ise kendini bana biraz sevdirirdi. Kaçmak için bu kadar hevesli olduğunu görmeden evvel, aramızdaki menfaat ilişkisinden benim gibi memnundu sanırdım doğrusu. Çünkü anneme soracak olursak o bu yaşama zorunluydu. Bir keresinde anneme onu dışarı bırakmak gerektiğini söylediğimde doğası gereği yaşama tutunamayacağını söylemişti.Öyleymiş; muhabbet kuşları vahşi doğada kendi başına varlıklarını sürdüremezlermiş. Kendisi de biliyordu bunu; yani bu özgürlük denen şeyin kendisini bir nevi intihara götüreceğini. Ama bana garip gelirdi; eğer benim de uçmak sanatının şahanesi gösterilen kanatlarım olsaydı ben de bir ömrü kafeste geçireceğime, şerefli bir muhabbet kuşu gibi göğümde kanat çırpmak ve bir süre sonra evimde ölmenin hazzına kavuşmak isterdim.
Yarım saat boyunca belirli aralıklarla mahalle apartmanlarının üzerinde dolaştıktan sonra gözden kayboldu. Bense içeriye geçip boş kafesin kapısını kapadım ve kahvaltı yapmaya gittim. Annem öğrenince biraz kızmıştı. Geçerli sebepleri vardı. Örneğin ben bir canın hayatını sahiplenmek nedir bilmezken o bu deneyimi tecrübe etmişti. Ona göre benim yaptığım şey, ihmale sebebiyet vermek ve dolayısıyla bir canlının hayat hakkını elinden almaktı. Bana öfkeli öfkeli konuşurken dilinin altında saklanan ve hiçbir zaman gün yüzüne çıkmayan “Katilsin sen!” ithamlarını duyabiliyordum. Aradan geçen üç günün sonunda artık o olmadan devam eder olmuştuk yaşamımıza. Boş kalan kafesi ise balkonun bir köşesine, belki olur da döner diye kapısı açık bir biçimde tozlanmaya bırakmıştık.
Bir hafta sonra sabah kahvaltısı için ekmek almış, merdivenlerden eve doğru çıkarken apartmanın dama çıkan kapısının oralarda ince sesli ötüşmeler duydum. Eve girip hızlıca kahvaltımı yaptıktan sonra sesleri tekrar yokladım, henüz kesilmemişti. Yavaş adımlarla merdivenleri çıkmaya başladım. Son merdivene geldiğimde kapının üstünde sadece gagaları görünen yavru kırlangıç kuşlarını gördüm. Damda duran merdiveni alıp onlara bakacakken annemin öğretilerinden biri daha geldi aklıma; ola ki yuvasındaki bir kuşa dokunursan anne kuş onu gözden çıkarır ve beslemezmiş. Bu nedenle merdiveni yerine geri bırakıp aşağıdan onları izlemeye başladım.
Bir süre sonra 5-6 kuştan bir tanesi kendini ürkek bir cesaretle öne atarak yuvanın kenarına kadar geldi. Kısa bir tereddüt anından sonra küçük ve tüysüz gövdesini boşluktan betonun üstüne bırakıverdi. Yere çakılır çakılmaz aralıksız bağırmaya başladı. Hemen koştum yanına, yerde çırpınan yavru kuşu görünce içimde bir heyecan belirdi. Hatalarımı telafi etme fırsatı yakalamış olmamın heyecanıydı içime sinen. Belki de az sonra, üstelik bu küçük yaşımda, bir hayat kurtaracaktım. Damda duran merdiveni tekrar alıp duvara dayadım ve henüz daha tüyü bitmemiş yavru kuşu alarak birkaç basamak çıktım. Olabildiğince dikkatli hareketlerle yavru kuşu yuvaya uzatırken apartmanın camından içeriye birden kanatlarını sertçe çırpan anne kuş girdi, simsiyah kanatları ve beyaz gövdesiyle apartman boşluğunda telaşlı vaziyette dolandıktan sonra aynı manevrayla çıkıverdi. Bu bir kırlangıç kuşuydu ve çoktan yavrusunu avuçlarımda görmüştü. Eğer annemin söyledikleri doğruysa artık avuçlarımdaki yavru kuşun benden başka annesi, hatta kimsesi yoktu.
Merdivenlerden inip onun küçük bedenini annem görmesin diye avuçlarımda saklayarak eve girdim. Balkonda kapısı açık biçimde duran tozlanmış kafesi de alarak odama geçtim. Onu yavaşça kafese bırakıp muhabbet kuşumdan kalan yemi yanına koydum. Bırak yemeyi, yem kutusuna doğru tek bir hamle dahi yapmadı. Durduğu yerde hareket etmeden sadece incecik sesiyle ötmekten başka hiçbir şey yapmıyordu. Anneme söyleyecek oldum ama korktum. Çünkü bunu izah edemezdim. Anlatsam inanmaz ve onu yuvasından kendi ellerimle keyfim için aldığımı söyleyip beni iyiden iyiye azarlar, daha sonra yavru kırlangıcı yerine geri koymamı söylerdi. Eğer öyle yaparsam da, yine kendi hatalarımdan dolayı, yavrunun annesi tarafından sevilmeyen bir kuş olarak büyümesine sebebiyet verirdim. İyilik kavramını sorgulamaya başladım kendimce.Yapılmış net bir iyilik yoktur, çünkü iyilik; eylem değil, niyet işidir.Misal ben yavru kuşa iyilik yapmak adına onu yuvasına koymaya kalkıştım ama bu durum kötü sonuçlar doğurdu. Fakat niyet bazında düşünürsek iyilik yapmak istemiştim. Niyetler ve eylemler bazen kendi içinde çakışabiliyordu ama benim bu çakışma sonucunda kaybedecek bir cana daha tahammülüm yoktu. Kendimce yeni fikirler üretmeye başladım. Önce su koydum önüne, daha sonra çok ufak ekmek kırıntılarını sulandırıp sundum kendisine, fakat her ikisi de faydasız kaldı. Çaresizce yanı başında oturmuş ne yapacağımı düşünürken aklıma birden karşı apartmandaki komşumuz Aynur Teyze'ye bütün olan biteni anlatmak geldi. Hızlıca koştum yanına. En başından, tane tane anlattım. Onun söylediğine göre ise yavru bir kuşun beslenmesi için annesine ihtiyaç varmış, insan eliyle beslemek imkansızmış. Eve dönüp kuşu tekrar yuvasına koymak istedim. Hızlı adımlarla merdivenleri ikişer üçer atladıktan sonra eve gelip odama girdim. Annesi olduğunu iddia ettiğim küçük kırlangıç kuşu, kafesin içinde sessiz ve hareketsiz bir biçimde yana yıkılmış öylece yatıyordu.
Ne yapacağımı bilmeden onu bir beze sarıp kimseye göstermeyerek kendimi dışarı attım. Apartmanın arka tarafındaki kaldırımda bir süre oturduktan sonra, tek çarenin onu gömmek olduğu hususunda karar kıldım. Biraz toprak eşeledim ve küçük bedenini içine koyup üstünü toprakla kapadım. Öğrendiğim iki üç duayı da okuduktan sonra eve çıktım. Odamda boş boş otururken içimdeki huzursuzluk beni aniden diğer kuşların yanına itti. Yavaşça çıktım merdivenleri. Görmeyi umduğum şey; mutlu bir kırlangıç ailesi tablosuydu. Fakat öyle olmadı. Apartmanın penceresinden dışarı baktığımda tellerin üstünde bir kırlangıç kuşu acılı acılı ötüyordu. Üç harften oluşan acılı bir melodi. Dışarıdan bu sese şahit olanlar sadece “cik cik cik” seslerini duyuyordu; fakat koca dünya üzerinde bu seslerin yavrusunu acıyla arayan bir anne kuşunun feryadı olduğunu bir tek ben biliyordum.Keşke diyorum, keşke yeryüzündeki ağlayan bütün annelerin saçlarını okşayabilseydim.Belki bir nebze de olsa dindirebilirdim acılarını. Ama elimden bir şey gelmemişti. Daha fazla dayanamayıp odama çekildim, kapımı kilitledim ve saatlerce ağladım. Birkaç kez annem sesimi duyup kapıya vurdu ama gerçekleri söylemedim, bu hatamı annem dahil herkesten gizledim. Şimdi düşününce, demek ki işin aslı öyle değilmiş diyorum. Bu yaşıma gelene kadar girdiğim hiçbir derste hiçbir profesörün veremeyeceği o dersi ağlamalar eşliğinde hayatın kendisi vermişti bana. Boyutu ne olursa olsun, ister bir kırlangıç kuşunun gövdesinde minicik, isterse bir kadın bedeninde irice atan o kalp bir anneye aitse asla ve asla yavrusunu sevmek konusunda kendinden ödün vermiyordu. Tıpkı bunca hatama rağmen bana olan sevgisinde gram eksilme olmayan annem gibi.
Aradan geçen on beş yıl boyunca herkesten kusursuzca sakladım bu hadiseyi. Ama artık kaldıramıyorum. Ne zaman bir kuş görsem ona yalvaran gözlerle bakıyorum ve aklımın en ücra, en dokunulmaz köşelerinde dile düşürmediğim şu cümleyi kuruyorum:Küçük yaşlarda ekmekle beslenir sandığım ve kaçan muhabbet kuşumdan boşalan kafese koyup ölümüne sebebiyet verdiğim yavru kırlangıç kuşu, annenin elektrik tellerinde seni ararken acılı ötüşmeleri hâlâ kulağımdadır. Bile isteye olmadı hiçbiri. Beni anla, beni affet ve bana göklerden beni affettiğinle ilgili bir işaret gönder, çünkü minicik bedeninin vebal yükünü taşıyamaz hâle geldim şu günlerde.
08.03.2020
KübrArte
2020-04-30T02:19:34+03:00Yüreğinize sağlık
Aylin Balcı Çevik
2020-04-30T02:01:54+03:00Çok çok güzel bir anlatım, kaleminize sağlık🌸
Aslı
2020-04-30T01:51:08+03:00Çok acıklıydı. :( Kaleminize sağlık.