"Huzursuz bir ömür kaydettigime inanıyorum, kimseyi suçlamıyorum, veya herkesi suçluyorum. Bilmiyorum. Onca insan tanıdım, binlerce öğrenci yetiştirdim. Yaşamım boyunca bu huzursuzluk duygusu hep içimde vardı. Sanki hep bir adım gerideymişim de sürekli koşar halde olmam gerekir fikri ömür defterimi yedi bitirdi. Köyden hiç çıkmamalı, Ferhunde ile evlenmeliydim. İki çocuğumuz olsa fena mı olurdu? Fakat köyden çıkmak zorundaydık. Bu satırları da canımın sıkkın, havanın kömür karası olduğu bir zaman yazdım. Ders defteri hariç hiçbir yere yazı yazmamaya yemin etmiştim. Belki de bilinmek istediğimi anladım. Dedim ya bilmiyorum.

                                                            Cevdet AYGÜN- 2009 İzmir


Bir gün boyunca araba bulabileceğimiz yere kadar yürümüştük. En sonunda bir kamyon bulup bizi tren istasyonuna bırakmasını söylemiştik. Kamyoncu "Demek okul kazandınız size, aferim. Okuyacaksınız. Okuyup ülkemize hayırlı evlatlar olacaksınız. Bak koskoca Menderes bile kaç yaşında okulu bitirdi. Okumak gerek." dedi. "Menderes, okulunu iyice okusaydı bu kadar hukuksuzluk yapmazdı. Keşke Hariciye okusaymış, malum ülkeye geldiği yok. Sanırsın Amerika Başbakanı." dedi Erhan. Kolumla Erhan'ı uyarmıştım. Köyde Demirkırat'a binmeyen bi bunun ailesi vardı. "Dış ilişkiler önemli, hem siz okulunuza bakın. Bu mühim meseleleri biz anlayamayız." dedi Kamyoncu. Biraz rahatlamıştım. Hayır rahatlamamıştım. Kamyondan atlamak istiyordum. Ben çok güzel bir kızı seviyordum, onunla çocuk büyütüp çocuklarımızın evlendiğini görüp ölmek çok cazip ve kaliteli bir hayat gibi geliyordu. Gitmeden evlenme teklifi bile etmiştim. "Paramız yok, Cevdet. Nasıl evleniriz? Babam asla müsade etmez. Okulu kazanırsın belki, hem sınavının iyi geçtiğini söylemiştin." demişti Ferhunde. Aşkımızın önünde gerçekten bir sürü engel vardı. Çok güçlüydüm, çocuk yaşımda olmama rağmen üç tane yevmiyecinin işini ben yapıyordum. Ona göre de para kazanıyordum. Bir gün başvekil ülkeye traktör getirdi, aman ne büyük iyilik! Traktör almaya gücü yetenler aldı, biz alamadık. Yevmiyeci sayısı da azaldı. Tarımda sanayileşme yüzünden okul okumak zorunda kalmıştım. Başka bir zanaatım da yoktu. Sadece Ferhunde'yi çok güzel seviyordum. Bu da para etmiyordu. Belki de gitmem daha hayırlı olacaktı, bilmiyordum. Ferhunde'yi o halde bırakıp gitmek içime hiç sinmiyordu. Ruhumu onda bırakmışım bunu sonraları yüzüme vuran acı gerçekler ile çok daha net anlamıştım. 


Tren istasyonuna gelmiştik. "Sen deli misin Erhan? Kamyoncu ile ağız dalışına niye giriyorsun? Yolculuğu zehir zıkkım ettin. Bir kere de bir yerde sus." dedi Mustafa. "Saf saf konuşma, memleketin ne halde olduğunu görmüyor musun? Susacakmışım. Ben koyun değilim, sen olabilirsin, ben değilim." dedi Erhan. "Abinden duyduğun bilgileri bana satma burada, oğlum biz daha oy kullanamıyoruz. Sen neden bahsediyorsun?" dedi Mustafa. Erhan'ın abisi subaydı, Erhan da subay olmak isitiyordu. Abisinin memleket hakkındaki fikirlerini alıp, kopyalayıp bize satıyordu. Ağzı da iyi laf yapıyordu. Uzaklara dalmıştım, aklım yarimde, ayaklarım başka bir şehirdeydi. "Cevdet, amma uzattın. Başka kız mı yok? Hem okuyup, işe girip Ferhunde'yi de yanına alırsın. Sanki savaşa gidiyoruz birader ya? Biraz rahatla, birazdan tren gelecek binip yeni hayatımıza gideceğiz." dedi Mustafa. Ben de o trene adımımı attığımda eski hayatıma dönemeyeceğimi bildiğim için uzaklara dalıyordum. "Duygusuzsun Mustafa, aşka saygın yok, fikirlere saygın yok, hayata saygın yok. Peynir tenekesi kafanla nasıl okul kazandın anlamış da değilim ya hadi hayırlısı." dedi Erhan. 

—Memleketin işleyen düzeni eleştirmediğim için teneke kafalı mı oluyorum? 

—Sadece o değil, hayata karşı boş bir adamsın sen. 

—Tek derdi, aykırı görüşe sahip olmak için olur olmaz yerde boş boş konuşan biri olmadığım için kusura bakma Erhan. Ben de böyleyim. 

—Köylü kurnazı seni, benim de babamın toprakları olsa, üstüne üstlük üç traktör alsak ben de sesimi çıkarmam. Bir de üstüne okul okuyacaksın. Kıyak iş gerçekten.

—Sen kafayı yemişsin, varlıklı olmamız benim suçum mu? Hem milleti geri kafalılıkla itham edersiniz, hem de traktör aldı diye eleştirirsiniz. Tam olarak nasıl yaşamızı istiyorsunuz? 

—Vallaha da Mustafa ben hiçbir şey istemiyorum. Sadece tam bağımsız Türkiye istiyorum.

—Erhan, sen kafayı yemişsin.

Ferhunde. Benim göğüm, göğüs kafesimdi. Nefes alamıyordum. Gözlerim kızarıyordu, sahi bir insan, bir insanı bu kadar çok sevebilir miydi? Bu gerçek miydi? Rüya mı. Hiçbir zaman da anlayamacaktım. "O kadar kolay değil Mustafa, okulu bitir, bir daha sınava gir, kazanamazsan askere git, kazanırsan okula git. Nereden baksan çok sene. Paragöz babası bırakır mı güzelim kızı? Bilmiyormuş gibi konuşma." dedim. "Hayat sürprizler ile doludur Cevdet. Ne olacağını bilemezsin. Çok küçüğüz daha. Önümüzde koca bir ömür var." dedi Erhan. "Bak bak laflara bak, işine geldiğinde çocuk olduğunu biliyorsun. Asıl kurnaz sensin." dedi Mustafa. "Mustafa sen salaksın, hep salak olarak kalacaksın biliyorsun değil mi?" dedi Erhan. "Senin gibi olmayayım da varsın salak olayım." dedi Mustafa. "Benim neyim varmış? Söylesene? Ne çok seviyorsunuz sizden ayrı düşüneni eleştirmeyi. Bayılıyorsunuz. Yağma yok, okuyacağım hepinizle mücadele edeceğim." dedi Erhan. Mustafa, Erhan'ı ciddiye bile almadı, ona göre Erhan'ın ciddiye alınacak bir yanı yoktu. Erhan'a göre Mustafa, peynir tenekesinden farkı olmayan hayatı sadece hayatta kalmaktan ibaret gören bir kişiydi. Mustafa'ya göre de Erhan, abisinden duyduğu cümleleri hazır zekası ile sağda solda satan, sürekli insanlarla tartışan, her an her yerde sorun çıkarma, düzeni bozma kabiliyeti olan birisiydi. Birbirlerini hiç sevmediler, gittiğimiz okuldan sonra da görüşmediler. 

"Ben acıktım, dışarıda köfte ekmek satan bir yer gördüm, var mı isteyen?" dedi Mustafa. Çok acıkmış ve susamış haldeydim. Trenin gelmesine daha çok vardı. Hoş, trenin lokantasına da gidecek halim de yoktu. O an durdum. Paramız olmadığı için okumak zorunda kalmıştım. Buraya kadar herşey normaldi fakat parasız nasıl okuyacaktım? Muhtarın söylediğine göre, devlet bize burs verecekmiş. Ne zaman olduğu belli değilmiş. Bunu babam ile paylaşmıştım. O da devlet işlerinin karışık olduğunu, bursun bağlanma süresinin uzama ihtimalini de olduğunu söylemiş çözüm olarak da "Yaşlandı artık, bizim emektar. Hem ona da gerek kalmadı. Traktör yokken yine işe yarıyordu ama şimdi iyice emekli oldu. Onu satarız." dedi. Çıkmaz bir sokaktaydım, üstelik bu sokağın sonu da yoktu. Yürüyordum, bir yere varamıyordum. Paramız, traktör yüzünden yoktu. Maddi imkansızlıklar olduğu için okumak zorundaydım. Okumak için paraya ihtiyacımız vardı. İhitiyacımızı da traktör sayesinde emekli olan öküzümü satarak karşılamıştık. Hiçbir şey anlamıyordum, sadece bütün traktörleri yakmak istiyordum. "Ben acıkmadım, teşekkür ederim." dedim. "Ben acıktım, bana tam ekmek yaptır, param yok sonra veririm ben sana." dedi Erhan. Sahi, Erhan'ın da ailesi fakirdi bir tek abisi vardı ama o da bildiğim kadarı ile üniversitede öğrenci idi. Erhan'ın para ile derdi yoktu, üstelik borç aldığı Mustafa ile demin kavga etmişlerdi. Erhan'ın hayata karşı bakışını kıskanmıyor değildim. "Senden para mara istemem, yeter ki sus, ben sana istediğin kadar köfte ekmek alırım." dedi. "Burjuvalar böyledir işte, yemek verir, susmanı ister, çiftçisi de fabrikatörü de." dedi Erhan. Mustafa ellerini pes dercesine havaya kaldırdı. "Burjuva ne? Sen açlıktan kafayı yedin ben sana bir buçuk ekmek yaptırayım. Gevur gevur konuşmaya başladın. Cevdet, sana da yaptırıyorum, bu trenin ne zaman geleceği belli değil." dedi. Hayır diyemedim, çok acıkmıştım. Kafamı evet dercesine eğdim. Köfte ekmeklerimiz ve ayranlarımız geldi. Altın bulmuş gibi yumulduk. Erhan ile Mustafa bitirdi, ben hepsini yemedim kalanını tam doymadığım halde ayırdım. "Öğretmen okulundan sonra ne olacağız? Ne okumak istiyorsunuz?" diye sordu Mustafa. Devam ettirdi, "Ben öğretmen olmayacağım, mühendis olacağım. Öğretmenleri görüyoruz, köylüden farkları yok." dedi. "O zaman ne bok yemeye öğretmen okuluna geldin? Salaksın deyince de kızıyorsun. Öğretmenin, köylüden farkı nasıl yok? Sana göre olmayabilir, köye her gelen öğretmen ilk önce ağa baban ile yemek yer de o yüzden fark edememişsindir. Öğretmenin, köylüden farkı, öğretmen olmasıdır. Ama sende bunu anlayacak kafa yok Mustafa, git mühendis ol sen. Cevdet sen ne olacaksın?" diye sordu Erhan.

—Bilmiyorum, hiç düşünmedim.

—Neyi düşünmedin?

—Ne olacağımı.

—Yavaştan düşünmeye başlasan iyi olur. 

Gerçekten de ne olacağımı bilmiyordum. Açıkçası da umurumda değildi, şu tren istasyonunda para dolu çanta bulsam kaçacak haldeydim. Sanki çantayı açacak cesaretim vardı. Hayatta hiçbir şey beni cezbetmiyor, hayatı gelişine yaşıyordum. Sadece Ferhunde vardı. Artık yoktu. Bunu kabullenmenin zamanı şimdi gelmese de sonradan muhakkak arkamdan gelececkti. "Bu gevur tren nerede kaldı, gece olacak neredeyse?" dedi Mustafa. "Bana değil, Menderes'e sor." dedi Erhan. "Yuh kardeşim be, vallaha da yuh billaha da yuh. Artık sana soru da soramayacağız. Her konuyu siyasete çekiyorsun, bu çok itici. Hadi biz senin bebeklikten beri arkadaşınız, bu hallerini mazur görüyoruz. Bak sana diyeyim kimse senle arkadaşlık yapmaz. Hayatta siyasetten daha önemli şeyler var." dedi Mustafa. Erhan kahkaha attı Mustafa'nın suratına okkalı bir "nah" çekti. "Öncelikle sen sakın ola öğretmen olma Mustafa, senin okutacağın öğrencilerinin babaları zengin değilse boku yer. Daha sonrasında da yaşadığımız müdetçe hayatta siyasetten daha önemli bir mevzu olamaz. Cevdet'in gözlerini görmüyor musun? Sabahtan beri kızarık, ağladı ağlayacak. Çocuk okumak istemiyor. Tarım işçisi olmak, sevdiği ile ömür geçirmek istiyor. Ben bunu görüyorum. Fakat okumak zorunda, fakir çocukların okumaktan başka şansı yok. Hükümet traktör getirdi, zenginler nemalandı. Vereydiniz ya Cevdet'lere bir traktör. Sana gelince de senin sınavı kazanman daha kolaydı, ve kazandın. Neden mi? Çalışacak vaktin vardı, evinde gaz lambası bitmiyordu. Bizim öyle mi, ışığa gelen sinekler gibi nerede aydınlık yer varsa orada çalışıyorduk. Sen beysin, ancak bana beylik laflar edecek son kişisin. Bu senin suçun değil tabi. Düzen böyle, düzeni de değiştireceğiz, sen o yüzden okulunu bitir, yoksa aç kalacaksın." dedi Erhan. "Senin içine cin girmiş, cin." dedi Mustafa. 

    Uzaklardan ışık gözükmeye başladı. Işığın şiddeti gittikçe artıyordu. Tren geliyordu. Valizlerimizi elimize aldık. Trene atladık. Ucu bucağı belirsiz bir yola çıktık. 

                                                          Cevdet AYGÜN- 1959 Arifiye


Doğuda bir okulda 15. senem bitiyor. İçimdeki huzursuzluk benim ile paralel bir şekilde büyüyor. Bu huzursuzluğun adı yok. Şekli var, cenin pozisyonu. Anamın karnından hiç çıkmayacaktım. Bu dünyada bile isteye sadece Ferhunde'yi sevdim. O da olmadı. Aslına bakarsanız bu kadar basit ve aslına bakarsanız Ferhunde ile evlenmiş olsam bu huzursuzluğun şekli geçecek miydi, ondan da emin değilim.

Mustafa ile düzenli mektuplaşıyoruz. Ziraat mühendisi olmuş. Ya Erhan? Onu da daha sonra anlatacağım.