Gecenin fırtınası, göz kapaklarıma, hiç değer mi sanırsın
Hâlâ, gözlerime değen gözlerinin izi varken gözlerimde
Bir pus gibi, gözümü senden silen geceye yol alır varırsın
Bir buz gibi erimiş bulursun, özüme hâr olmuş közlerinde
Aşk bu ki: senden önce mağrur bir bestekâr, şimdiyse sana meftun
Bil ki, saplanmış şarapnel gibi tunç-bakır yarası kandan kuyu
Halbuki çöle düşen yağmur gibi genç-bekar ve bir güze vurgun
Bir sâkînin doldurduğu zifttir bu şarap, karası camdan duru
Baksan da giz olan gözmüş insanda, özü ister göze aldanır
Sorsan da lâl olan dilmiş dünyada, seni söyler 'sus'a katlanır
Yaksan da biçare kanatlarımı sıcak buzda, soğuk alevle
Bir divâne kuş olur bu kasıntı, seni bekler, sana kanatlanır
Aşkın yıldızlarını gökyüzünden toplamışım, bir “gül” yüzüne
Gül, hâlâ dikenden gün, hâlâ geceden bir 'kahır' gibi bahseder
Süzgün bakışlarını -aşk yüzünden- seyre daldığım ay yüzüne
Bakmaya kıyamam belki göz, bu yüzden yalvarır gibi derbeder
Bu meltem “sen” kokar, kırmızı bir gül gibi, ondan pencerem açık
Bu kent seni söyler, divâne bülbül gibi ve ay, çehrene âşık
Görsen kalbimdeki bahârı, desen: Yeter, ben de sana vurgunum
Yüreğin benle olunca, dilim ne küskünüm der ne de yorgunum