Dingin bir atmosferde bulunan nezih bir mekânda, özenle hazırlanmış kahvemi yudumlamaktaydım. Melodik bir piyano sesi, hoş bir armoni sunarken, içsel duygularıma izin verip, kendimi duygusal bir derinliğin içine bırakıyordum. Düşüncelerim, zihinsel bir dansın parçalarını takip edercesine dolaşıyor, yaşayan bir ölü gibi hissetmemin nedenini anlamaya çalışıyordum. Ne var ki sakin mekânın etrafını saran hayalet benzeri düşünceler, içsel yalnızlığımı bastırmama engel oluyordu. Bu nezih ortamda tek arzum, kendi iç dünyamda kaybolmak, düşüncelerimi uzun bir yürüyüşe çıkarmaktı.


Kahvemi yudumlamaya devam ederken, karşı masadan bir kadın ayağa kalktı. Yavaş adımlarla bana doğru yaklaşıyordu. Küt saçlı bir kadındı. Üzerindeki kırmızı elbise ve siyah eldivenleri, her hâlükârda prestijli bir figür olduğunu belli ediyordu. Beyaz teni ve koyu kahverengi gözleri, çekici bir kontrast oluşturuyordu. Zayıf bir görünümü vardı, ancak gülümsemesi ve doğal güzelliği, bu zayıflığı zarafetle dengelemiş gibiydi. Gözlerinin altında hafif çöküntüler olmasına rağmen, gülümsemesiyle tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyordu. Genel olarak hoş ve zarif bir kadındı.



“Neden tek başınıza masada oturuyorsunuz, yanlış anlaşılmazsa oldukça yalnız görünüyorsunuz. Yüzünüzde derin bir hüzün izi var, neredeyse yaşanan bir acının resmi gibi.” dedi. Meraklı gözlerini üzerimde gezdirmeye başlamıştı. O bir şehir kadınıydı, belki de soylu bir ailenin üyesi. Ben ise şehrin gizli kısımlarında, atıkların biriktirildiği köhne sokaklarda yaşayan biriydim. İkimizin dünyaları arasındaki uçurumu düşünürken, kendimi bir an için farklı bir evrende buluverdim.



“Çok mu belli oluyor, affederseniz. Hüzün dolu tohumlarımı saçma bir amacı gütmüyordum. Sadece bir fincan kahve içmek için buraya gelmiştim. Buyurmaz mısınız, benimle birlikte bir fincan kahve içmek ister misiniz?” dedim, bunu sadece nezaket gereği söylemiş olmadığımın farkındaydım. Belki de karşımdaki kişiyi düşündüğümden dolayı. O, soylu bir kadındı ve sıradan birisinin teklifini reddetmek ona kötü bir izlenim bırakabilirdi. İnsanlar, şaşkın gözlerle bana bakıyordu.



“Neden olmasın, bayım. İzninizle oturuyorum,” dedi. Elleri, eskitilmiş ahşaptan yapılma sandalyenin üzerindeki hareketleri bile insanın ilgisini çekiyordu, seyretmeye yönlendiriyordu. Her dokunuşunda zarafet barındırıyordu. Karşıma oturduğunda bacak bacak üzerine attı ve eldivenlerini çıkartarak gözlerime kenetlenmişti. Elleri oldukça güzeldi. Savunmasız ve bir o kadar açık bir şekilde saldırıya maruz kalabilirdi, fakat bu zayıflık onu daha da çekici kılıyordu.



“Sizinle tanışmak gibi bir gayem yok. Fakat bunu dile getirmezsem, bu gece rahat uyuyamayacağımdan eminim. Siz lanetlisiniz, hanımefendi,” dedim. Şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Kendisi bir soylu kızı olduğu için hayatını toz pembe geçirmiş olmalıydı; bu sözlerim onu şoke etmişti.



“Neden böyle söylüyorsunuz, siz kâhin misiniz yoksa? Geleceğim çok mu kötü?” Ellerini kalbine koymuş, telaşlar içinde gözlerime bakıyordu. Ağzımdan çıkacak olan sözleri bekliyordu, tıpkı aç bir kedi yavrusu gibi.


"Kâhin değilim hanımefendi, ne de büyücü. Ben sadece vasıfsız bir insanım. Bolca okurum, fakat topluma bir şey katmam. Sizin lanetiniz ise görebilmek. Ruhları okuyabiliyorsunuz. Çevrenize bir bakın. Uzun vakitlerdir burada oturmuş, sadece kahvemi yudumlayıp sigara içiyorum. Onlar bunu görseydi, sizin gibi yanıma gelmezler miydi? Gelirlerdi elbette. Burada bulunan her varlık, 'insan' kategorisinde yaşadığım yerdekilere ise 'yaratık' gözüyle bakılır. Siz ise az önce bir mahlukatın içini gördünüz. Ne kadar acı verici değil mi?" Dedim. Anlamayacağını düşünmüştüm başta fakat kadın anlamıştı. Soylu ailesinden geldiğinden dolayı iyi bir eğitim görmüştü.



“Tanrının bana lütufta bulunduğu bu güç bir lanet mi, yoksa bir ödüllendirilme mi bilmiyorum. Fakat eğer ben ruhları görebiliyorsam, isem sizin ruhunuzu bir yaratık olarak görmedim. Savunmasız olan kurt postu giymiş bir koyundan ibaretseniz,” dedi. Kendinden emin ve ağır konuşmuştu. Az önce karşımda duran savunmasız kadın gitmiş, yerine kendinden emin bir kadın gelmişti.



“Ah, yakaladınız küçük sırrımı, sizi tebrik ediyorum hanımefendi,” dedim. Yüzümde bir tebessüm oluşmuştu. Sipariş ettiğimiz kahvelerimiz gelmişti. Gün iyice ağarıyordu. Kendisini derin bir karanlığa bırakıyordu. Çevredeki mahluklar sohbetler ediyor hatta şen şakrak eğleniyorlardı. Bu acı dolu dünya da eğlenmeyi başarıyorlardı ya da gerçekten başarabiliyorlar mıydı saf bir şekilde gülümsemeyi? Yoksa derin bir sahteliğin altına sığınarak maske mi takıyorlardı? Bunun cevabını öğrenemeyecektim asla. Belki de şu an sohbet ettiğim o dünya güzeli kadın da onlardan birisiydi ve ben bunu göze alarak ona katılıyordum. Kendimi onların arasına sokmuş bir vaziyette anın tadını çıkartıyordum. Mahluk dediğim ruhlar ile sohbet ediyor hatta eğleniyordum. Burada kızılması gereken birisi varsa o da kendim olmalıydım. Zihnimden bu sözcükler akıp gitmişti bedenimden her biri bir yana savruluyordu kimseler göremediği halde. Sonuç her ne olsa bile iki lanetli insan birbirini keşfetmişti günün sonunda.