Ademin kaburgasından değil, topraktan yaratıldım. Yerim yurdum yok benim, bir ismim de. Hiç var olmamış ve var olmayacak bir zaman dilimindeyim. Burada akrep yelkovanı kovalamaz, geceler gündüze karışmaz, mevsimler değişmez. Kimse vaktin ne olduğunu bilmez, zaman denilen şeyin varlığını da.


Bugün dünyaya ayak bastım. Önce adımı sordular, "Bilmem, bir adım yok" dedim. Demiştim, bir ismim cismim yok benim. Anadan üryan geldim buraya. Herkes sırayla dokundu kadife arkalarıma. Tekmelendim önce hiç çocuk doğurmamış yanımdan. Sonra okşadılar beni hoyratça, canımı yakarak. Vuruldum hiç emzirmediğim göğsümün sol yanından. 


Demiştim size, geldiğim yerde pek konuşulmaz. Dudaklar kapalı kalır -buradakilerin kalbi kadar- gerekmedikçe açılmaz. Açmadım ben de ağzımı, sustum öylece boşluğun varlığına bakarak. Gözlerimden bir şeyler damladı yere. Dünyanın suyudur dedim, pistir burası gibi, sil elinin tersiyle, bırak.


Kıvrıldım Meryem'in rahmindekinin tam tersine, boylu boyunca yattım ilk bulduğum kimsenin gelmeyeceğini düşündüğüm tenha bir yere. Gelmek için kavga ettikleri yer bu mudur? Buraya ilk adımımda tırnaklarımın arasında çamur, bacaklarımın arasında kan birikti. Böylesine pislik, lanetlenmiş yere neden gelmek ister ki tüm ruhlar hem de savaş halinde?


Benim bir ordum yok, demiştim hiç sevmem savaşları ve kalabalıkları. Bu yüzden arasına katılmadım o dünyaya gelme savaşlarının. Aslında benim hiç dostum da yoktu, düşmanım da. Ta ki dünyayı soluyana dek.


Bir ismim yok benim, demiştim. Vakitlerin en vakitsizi, varlığın en olmayan yerine inat buradayım, nefes alıyor ciğerlerim. Zamanı bir tek Tanrı yaşar, kişioğlu ölmek için doğmuş derler geldiğim yerde. Ben sen değilim ki zamanı yaşayayım. Tanrı'm al canımı, döneyim kendi toprağıma fazla uzatma.