Kadın, geçmişin gölgesinde yürürken
Zaman, her adımda bir yaprak gibi düşerdi.
Bir adım, bir kayboluş…
Ve her kayboluşta, geçmişin yankıları.
Adam, geçmişi hatırlamadan bakarken
Kadının gözlerinde,
Bir başka zamanın izlerini okudu.
Ve ne zaman ki kadına yaklaşsa,
Zaman bir adım daha geri giderdi.
Geçmiş, her şeyin ötesinde bir yüktü;
Ve yük, kadının omuzlarına bir ağırlık gibi düşerdi.
İnsan, kadının bakışında bir boşluk gördü,
Bir boşluk ki, içinde kaybolduğunda
Her şey kayboldu,
Ama hiçbir şey yok oldu.
Bir an, her şeyin kaybolması,
Bir an, her şeyin var olmasıydı.
Kadın, zamanın hapsinde
Bir adım daha atarken
Bir adım daha kayboldu,
Ve insan, her adımda
Bir evrenin sonuna doğru ilerledi.
Kadın, ne zaman geçmişi unutmayı denerse,
O kadar yakın olurdu,
O kadar uzak.
Bir adım, belki bir ömür kadar kısa,
Ama o adımda bir ömür yaşanırdı,
Bir ömrün içinde,
Bir adımda kaybolan her şey.
Ve adam, o kaybolan her şeyde
Bir tek kadını buldu.
Ama bulmak, bir kayboluştu,
Bir kayboluş, belki bir ömür kadar uzun,
Ve her uzunluk, bir adım kadar uzak.
Kadın, geçmişin sesini dinlerken
Bir adım, bir anın peşinden giderdi.
Bir an, her şeyin geleceği gibi,
Ama her gelecek, geçmişin kollarında kayboldu.
Ve insan, geçmişi fark ederken,
Her adımda biraz daha kayboldu,
Ve her kayboluşta,
Kadının bakışları
Bir başka zamanın kapılarını araladı.
Bir adım daha atmak,
Bir adım daha kaybolmak…
İşte bu, zamanın tuzağıydı.
Ve insan, kadına yaklaşırken
Her adımda biraz daha uzaklaştı.