Sevgili güncem,
Bitap düşen ağaç, gün geçtikçe boyun eğiyordu çocuklara. Çocuklar boyunlarını kime eğiyor Tanrı’m? Boyundurlukları serbest miydi? Bilinmez. Garip bir şekilde güncemin son demlerindeyim, bunu hissederek bitireceğim bugünü. Ellerimdeki mürekkep, artık bir dizi maden mağduru. İhanetin gövdesinde birleşiyorum, zaman velinimeti arasına sıkıştıkça. Ah, “seni seviyorum” diyebilsem birden, kalkıp yanına gelebilsem mesela. Boynumu eğebilsem bir ağaç gibi Verseiyu! Belki dudaklar kıvrılırken güneş batardı birden, en hisli nöbetlerde! Usul usul barbarlık senfonilerde sevişirken... Güven algım, bardak olsa kırılırdı. Kimsesizliğin yerini artık anlaşamadığım insanlar devraldı. Bazen insan, yanındaki insana derdini bile anlatamıyor. Keşke anlatabilseydim. Maden altındaki son nefesim bile hâlâ keşkeler ve hüzün dolu. Eskiye dönsem yine aynı hataları yapar mıydım? Bilmiyorum. Rakı ısınınca terk eder miydim masaları? Ya da cesaretimi toplayıp “seni seviyorum” diyebilir miydim birden? Bilmiyorum.
Verseiyu! Benim küçük, kayıp meşalem. Son nefesimde bile yanıyorum. Tüm gençliğim rutubetli odamda sıkışarak geçti. Şimdi de sıkışarak ölüyorum. “Déjà vu” bir vasiyet verebileceğim bir tek kutum kaldı. Yalnız, dostlar için! (Ne kutusu, bilinmiyor.)
Yer oynuyor, sarı ışık titriyor. Sadece ellerim, Tanrı’m, yalnız sen ve ben...
Bu hazin bi…
(Günce burada kesiliyor.)