Ağır ağır çıktım merdivenlerden,
Paltomun eteklerindeydi güneş,
Haşim’leştim bir an durunca,
Birden, karanlık çökmeden gözüm.
Sesimi boğmaya yemin etmişken yalnızlık,
Yüzüme tükürdü esir mahkum silüetleri,
Paslı bir koridorun ortasından geçerken,
Kapıyı açtı, gıcırtılı bir sesle,
Gir, içeri gir korkma! Dedi.
Daralırsam şayet burada,
Zaten korkmam da bir ıslıkla,
Sana seslenirim başefendi! Dedim.
Kıyamet avuçlarda raks ederken,
Taş hapishane duvarları yüzünden,
Güneş doğmuyordu içeri.
Mektuplar gelmiyor,
İnsanlar gülmüyordu bu koğuş denilen yerde,
Tükenmekten başka bir şey bilmiyordu,
Kırılıp, kırılmayacağını henüz bilmeyen kalemim.
Bana değil ona eğileceksin!
Dedi, mapushane ağası.
Tanrıya doğru, kıbleye doğru,
Bana değil ona eğileceksin!
Uzanırken boylu boyunca tarlada,
Bir yetimin yaşam serzenişini duydum.
Uykusunda çöktüm kâbus gibi üstüne,
İki beden büyük pantolonun belinden,
Keşke çıkmasaydı hiç o emanet.
“Kanlındır o senin, aldı senden bir can,
De haydi sıra sende!” Dedi emmim,
Aldandım ve vurdum!
Şimdilerde, nasıl çıkacak bu kan ellerimden?
Ne çabuk geldin be komiser?
Daha ben köyüme kaçamadan,
Pişmanlığımı yaşayamadan.
Ne çabuk davrandın be komiser?
Demir kelepçen bileklerimi ağrıtmakta.
Bir akşamdan bir tana,
Türküler söylenir, ağıtlar yakılır burada,
Resimler eklenir kırık ranza başlarına,
Gün, sayımdan önce
Çatlak aynalarda tıraş olunur,
Karanlık içinde sıra durulur ve selamlanır.
Mahkumlar suskun, bedenler yarı çıplak.
Duygular hakir, yetimde birleşir şaplak.
Hantal ruhum unuttun hakkı'
Kör ettin merhameti, dağıttın sevinci,
Zayıf düştüm içeride,
Sesim soluğum çıkmaz oldu.
Fidanlara bağışlanan güneşi ararken deliklerden,
İşittim, Anadolu dedi biri, elinde bir kitap,
Toyken daha gençlik günlerin
Kaybolacaksın eğil evlat! Dedi
Mapushane ağası.
Mesele zamansa ne çabuk geçer, dedim.
Yatıp çıkmaksa eğer karşılığı,
Ben yaparım.
Yeter ki namım yürüsün! Dedim.
Hep demekle geçirmişim gençlik günlerimi,
Şimdi daha iyi anlıyorum ağayı.
Lakin hep sonradan mı gelir akıl başa?
Kırılan saç tellerim tarak tutmayınca
Anne! diye ağladım bir kez
İlk ve son feryadımdı.
Kimseler duymayınca da
Daha hiç ağlamadım ondan sonra,
Vicdanım da konuşmadı sadece azap çekti.
Bir bedende iki küslüğü barındırdım.
Günlerce hatta aylarca
Vicdan ve esaret.
Hodbin bir yara bu ağam.
Kuşluk vaktinde bir haber saldı başefendi,
Bağıra çağıra isimlerle geldi, gitti
Koğuşta derin bir sessizlik belirtti.
Rutubet kokan duvar diplerinden.
Mahkumlar eğilmeye giderken,
Dikiş tutmaz bir varoluşun
Silmeye korktum izlerini.
Ellerime baktım ve cahilliğimi gördüm.
Yalnızlığı, günahımı,
Aldanmış kişiliğimi gördüm.
Dedim ya,
Ağır ağır çıktım merdivenlerden,
Paltomun eteklerindeydi güneş.
Haşim’leştim bir an durunca,
Bir günah işledim.
Canını aldım yetimin,
Mapushane ağası demişti.
Kaybolacaksın eğil!
Yinede eğilmedim ağam.
Eğilemem. Köylü ne der ya sonra?