Anlarsın ya, sensizlik hayatıma girdiğinden beri kimsesizlikle baş etmeye çalışıyorum. Belkilere ümit bağlamak kimsesizliğimden, mavi saçlı kadın! Bu kimsesizliği çözemeyenler, "Küstünüz mü?" diyor. Sahi, biz neyiz şimdi? Ben sürekli sana yazıyor, buralardan günlük havadisler veriyorum. Sense yazdıklarımı okuyup elindeki acı kahveden bir yudum aldıktan sonra iç çekiyorsun. Cevap vermek sana lüks kaçıyor. Kendinden asla ödün vermiyorsun. Kılını kıpırdatmak bu kadar zor mu? Yüzüstü bırakıp gitmene rağmen küs değil, sadece kırgınım.

"Düştüm, kurtar beni!" dediğimde arkana bakmadan gittiğinde sana hangi akılla takıldım, anlam veremiyorum. Seninle olan arkadaşlığım, beni düşüncelere itiyor. Sorgulamalar içerisindeyim. Sanırım kendi varoluşuma sürüklenip yokluğa özenmek üzereyim. Hayır dediğini duyar gibiyim. Üzgünüm, çok şey değişti. Üstelik değişimin kıvılcımını sen başlattın.

Her şey gibi ben de değiştim. İçimdeki fırtınanın estiği yön değişti, o savrulan saçlarım şimdi dağılmıyor. Kavuran ayazı, yüzümü okşayamıyor. Bir de giderken bıraktığın bendeki hüznü yaralayamıyor, aksine toparlanıyorum.

"Öyleyse bana bu yazdıkların ne anlama geliyor?" diyorsun. Tutarsızlıklarımı, endişemi, kararsızlığımı yansıttığım için ruhumdaki savrukluk geçmiyor. Çözümü saatlerce, hiç durmadan sana yazmakta buldum. Bir süre sonra her şey en başa döndü. Her toparlandığımı düşündüğümde yine eski ben oluyorum. Ne senden vazgeçebiliyorum ne de yazmaktan...

"Hiç değilse zamanın bir bildiği vardır," diyerek kendimi yazının uçurumuna bırakıyordum, sonsuzluğa tutunmak için. Şimdi yazmak da askıda bıraktı tüm varoluşumu...