En karanlık kuyular içine düşmeye mahkûm olduklarımızdır. Ve her an güneşe bakarak kuyunun dibinde olduğun gerçeğini çaresizce solumaktır.


Doktor Erol Bey odasına bizzat çağırdığında usulca kapısını tıklattım ve içeri girdim.

Hamile bir kadın ve genç bir kız odanın bir köşesinde doktorla hararetli bir sohbetin içindeydiler en azından uzaktan kulağa öyle geliyordu. Erol Bey başıyla beklememi işaret etti. Ve hamile kadına dönerek konuşmaya devam etti.


“Bu sabah acilden giriş yapmış sancıları da tutunca mecbur doğurttum ama kız kimsesiz doğurdu bebeği,” dedi.

Bu cümlenin ağırlığını dilinden çıkan hafif kelimeler nasıl taşıyordu anlayamamıştım.


“Vah zavallım! Babası da koridorda aklını kaçırmış gibi deli divane dolanıyor, belinde de silah gördüm Erol Bey. Kızcağıza bir şey yapacağından şüpheleniyorum.”


Hamile kadın evhamla üzüntü arasında bilgilerini aktarırken Erol Bey bu olay sakinleyene kadar buradan ayrılmamalarını tembihledi.


“Elif,” dedi doktor birden varlığımı hatırlamış gibi bana bakarken kaşları havaya kalktı.


“Bu sabah doğum yapan şu kız var ya kimsesiz olan ailesi silah taşıyormuş ve kapıda bekliyormuş hemen polis çağırın kızım. Bu olay bizi aşar.”


Doktor odadaki kadınlarla dedikoduya dönüşen sohbete dönünce usulca kapıdan çıktım fakat kalbimde bir ağırlık peyda olmuştu. Silahlı babanın bulunduğu kattan usulca indim ve polisi aradım, tüm bilgileri aktarıp sakince beklemeye koyulurken işimin başına döndüm.


Kimsesiz doğum yapan annesiydi fakat gerçekten kimsesiz olan bu masum bebeğe bakarken içim cız etti. Anne sütünün tadını bilmeden dünyada yaşayacak türlü sıkıntılara göğüs gerecekti belki de her şeyin altında ezilecekti. O bir yüktü ve yük olduğunu içten içe hissederek yaşamak zorundaydı. Gözlerimin buğulandığını bebeğin görüntüsü bulanıp titreyince fark ettim istemsizce birkaç damla yanağıma süzülmüştü. Kaç yıllık hemşireydim ama böyle iç yakıcı bir vukuatla ilk kez karşılaşıyordum.


Polis hastaneye kısa süre içinde gelmişti. Silahlı babayı ve serinkanlılıkla bekleyen kötücül bakışlı sakin ağabeyi de kenara çekmiş ifadelerini alıyorlardı. Doğum yapan kızın annesi ve kız kardeşi perperişan halde bir köşeye çekilmiş ağlıyorlardı. Zaman bu aileye en kötü oyununu oynamıştı ve birkaç saatlerini çalıp üstüne on yıllık bir ağırlık eklemişti. Polis aileyi hastane dışına çıkarttı. Ve babanın silahını alıp ortadan kayboldular öyle ya kız şikâyetçi olmadığı sürece polis de bir şey yapamazdı ve kız şikâyetçi olmamıştı. Kız doğumdan beri pek konuşmamıştı yüzünde taşlaşan bir acı ifadesiyle bomboş gözleriyle sadece belli noktalara bakıp uzun süre öylece duruyordu. Fakat kızını öldürmek için türlü yol arayan babası hastaneyi delice bakan gözleriyle dört dönüyordu. Kızını bir an evvel eline geçirmek için kıvrandığı dışarıdan bile anlaşılıyordu.


O gece hastanenin gördüğü en tuhaf gecelerden biriydi. Kız müşahede altındaydı fakat ailesi bir şekilde odasına girmişlerdi. Annesi iç parçalayan ağlamaklı sesiyle kızına nasıl olduğunu soruyordu. Ne de olsa evden karnım ağrıyor, midem bulanıyor hastaneye gidiyorum diyerek çıkmıştı. Dokuz aylık sırrı dakikalar içinde dünyaya gelmişti.


“Bana bunu zorla yaptılar,” dedi kız katı bir ses tonuyla.


Ve o gece çocuğunu görmeyi reddetti. Hemşirelere “Onu benden uzak tutun, alın,” dediği tüm hastane koridorlarında yankılandı.


Bir hastane efsanesi olarak şehre yayılan bu genç kız şüphe dolu bir sürü sorunun cevabına da gebeydi fakat doğurmaya hiç niyeti yoktu. Ertesi sabah ailesi kızlarını da alıp usulca hastaneden ayrıldılar. Genç kız giderken arkasına bile bakmadı fakat sert ve ifadesiz duruşunun altında ölen bir ruh olduğu dikkatli bakan herkes tarafından görülebilirdi. Kelimeler dudaklarında vazgeçişlerle kayboluyordu umut denen güneş bu kız için bir cesetten ibaretti.


Şehirdeki herkes bu genç kızı konuşuyordu üniversiteden ara tatil için dönmüştü ve hastanede gizlice doğum yapmıştı. Aslında genç kıza bela olan bir grup serserinin kötülük ettiği söylencesi epey popülerleşmişti. Hatta bu serseri grubu yüzünden ailesi yeni bir hayat kurmak için bu şehre taşınmışlardı. Belki de sevdiğiyle bu karanlık yola sapmıştı. Ne olduysa nasıl olduysa genç kız ihtimallerin annesi olarak kalacaktı. Ve kimsesiz bıraktığı o çocuğun meçhul annesi olarak kalacaktı. Kimse genç kadının kalbini bilemeyecekti.


Gözlerimden yaşlar süzülürken derin bir nefesi soludum ve Habibe teyzenin gözlerinin içine baktım.


“İşte o yavruyu annesi doğurduğu an elinin tersiyle itti,” dedim ve boğazımdaki düğümü yutkunmaya çalıştım.


“Bir damla sütü bile çok gördüler yavruya. Ona o gece boyunca ben baktım biliyor musun Habibe teyze?”


Sesimin titremesine aldırış etmiyordum.


“Sanki terk edildiğini biliyormuş gibi doğduğu andan beri ağladı durdu zavallım.”


Habibe teyzenin de gözyaşlarını çemberinin ucuyla sildiğini fark ettim.


“Ah o yavruya kıydılar! Hiç düşünmeden sosyal hizmetlere bırakıp çekip gittiler.”


Bir süre sessizlik oldu. Yavrunun acı kaderi yüreklerimizi kızgın ateşle dağlamıştı. Gözyaşlarımız sessizlikle yıkandı.


“Bebek yuvaya atıldı, kız baba ocağına döndü, namus temizlendi.”


Herkes içten içe babasının o kızı yaşatmayacağını biliyordu. Belki de kız ölümüne gideceğini bildiğinden yavrusuna dokunmaya dayanamamıştı. Paşa paşa bedelini ödemek için ölümüne yürümüştü.


Kadınlara özgülenen bir namusu yine kadınların canıyla ödemesi tam bir dilemmaydı.