Ufkun kızılı dönünce
Koyu çivite
Sabırsızlandı Melike;
Artık vaktiydi geçmişten arınmanın
Onurundan tozutup
Geride kalan ne varsa
Kullanmanın zamanıydı
harcamamalıydı boş yere
Tek zerresini.
Dinledi sessizliği,
Kuşlar bile ötmüyordu,
Sadece bir kaç karga...
Onlar da ansızın
Terk eylediler meydanı
Yanık sesli imam,
başlayınca selaya.
Gülümsedi,
Çokça sormuştu
Artık cevabını bildiği soruyu;
"Var mıyım,
Yoksa
Yok mu?"
Küçüklüğünde duyduğu sabah ezanları,
huzursuzca uyandırırdı...
Sanki ölüm yankılanırdı aklında,
Saba makamı ulviyet yerine
Kalbine korku salardı
İşte böyleydi rabbiyle ilişkisi de
Korktu hep,
Tanrının peşisıra,
Babasından, kocasından
Ve ancak sonra,
Kendinden ve belirsiz geleceğinden.
Öte yandan hep merak etti,
Var mıdır acaba
Cinsiyeti ölümün,
Erilse mesela Azrail,
Gaddarca mı alır canı,
Ola ki vicdanlıysa
Sadaka dağıtır gibi mi verir ölümü?
Hoş,
hiç görmemişti hayatında,
vicdanlı er kişi!
Ama dişiyse eğer
mahcub mudur ki,
Başını okşar belki anası gibi,
İçine içine ağlar mı kendine,
Kaldı ki rabbin cellatıdır,
Ağırdır yükü.
Ama cinsiyetsizse,
ki melekler için derler onu,
Ne şekil gelecektir ölüm?
Ayna karşısında şimdi,
Saçlarını tararken acıyor elleri
Ve dahi saç dipleri,
Boynunda oturmuş kan izleri,
Kendinden utanmadı,
tiksinmedi bile eskisi gibi...
Denilecek odur ki,
Üzülmeyi bırakmıştı çoktan,
Ağlamıyordu artık fazla fazla kırılmış burnu için,
Yüzündeki yara izlerine dokunup,
Yas tutmuyordu
Yitik masumiyetine.
Ne ki,
Önemsediği zamanlar da oldu tabi,
Bir yerlerde kaybolmuş onurunu.
Hoş,
hayrı dokunmadı ona bunun,
Misal bir keresinde,
jiletle kesti kendi yüzünü,
Kanar mı diye merak etti en çok,
Var olmamış benliğinin,
Var olmamış yüreğinin
Var olmamış yaraları
kanar mıydı,
Oluk oluk
Can çekişir miydi hiç?
Kara kızıl gönlü parça parça
Tutunur muydu ki yokluğa?
İnce ince gezinirken,
ve cevabı gelmezken soruların,
Bir zamanlar yaşamaya meraklı,
İncelikli güzelliği taşıyan yüzünde,
Her bir çizik
Dyanisos'un gölgesiydi
Apollon'un üstündeki.
Gariptir,
acıyı hissetmedi hiç.
Bavulu hazır kapı önünde,
Bir kaç kere
Açtı ve kapadı kapıyı,
Gitti ve geldi evin içinde,
Her seferinde
Bavula baktı ve düşündü,
"Gerçek mi bu?
Adımlarım taşır mı beni
yarına,
Tökezlesem, düşsem kalkabilir miyim
yeniden?
Kim kabul eder beni,
Hoş,
kabul bana artık gerekmez ya..."
Derken gidip bavulun yanına çömeldi,
Ve sarılıverdi eski bir dostuymuşçasına.
Onunla kaçmıştı kız oğlan kız
Baba evinden.
O günü unutmadı,
Bir de rahmetli annesinin yaşlı gözlerini.
"Kızım" demişti babasından gizli evden çıkarken,
"Sevmedin mi hiç sen kendini?"
Uzun hikayedir aslında,
Ama söylemeli kestirmeden,
Sevilmemişti,
Ve bilmiyordu sevmeyi!
Kumardı artık sonraki adım,
Ve her kumarbaz gibi kaybetti...
Ekşi ter kokulu gecelerde,
Sevişmek sayılmazdı elbet,
Düpedüz ırzına geçildi.
İlk darbeyi yediğinde böğrüne,
3 aylıktı düşük,
Sonrakinde 5,
Ve yine 3 ve sonuncusunda 7 aylıktı tam...
Sırtına yediği tekme,
çocuğunun da canını yakmıştı,
emindi.
Bereketi gitti kadınlığının,
Tüm benliğini söküp attığı
parçalanmış ne varsa kustuğu haykırışı sessizdi,
O kadar ki
Kainat titredi,
ve bıraktı kendini.
Son hastanede gözünü açtığında,
Tek başınaydı,
Katili yoktu etrafta bebeğin,
Gözleri karanlığa alışan birinin şaşkınlığıyla bakınırken gördü:
Bir Orkideydi,
Karanlığın ölümü,
Aydınlığın doğuşu gibi,
Yaralarının irininde açmıştı
buydu işte yenindoğan
Sanki algıları yapmıştı doğumu.
Saçını okşarken yaşlı hemşire fısıldadı:
Bu senindir bilesin,
Moru asildir, lilaya çalar aslen rengi,
Beyazı saf sevgidir,
Doğaldır, onun için güzeldir ve mis kokuludur;
Ve dayanıklıdır,
Mücadeleyi bırakmaz,
Aynı sen gibi,
Krallar ve dahi kraliçelere yakışmış
Vaz geçmemişler hiç,
Senin hayatın da soylu ve asildir,
Kıymetin de bilene değerdir,
Vazgeçmeyesin kızım kendinden,
Vazgeçmemelisin hayatından,
Kıymetini bileni yanında tut,
Kıymetini bilmeyenin
bırak ellerini.
Eve vardığında,
Kucağında bebeği değil ama
Orkidesi vardı,
Olanca asalet ve zerafetiyle.
Sonrasında,
Can acıtmanın
deneme tahtası olmuş vücuduyla
Güçlükle atabildiği adımlar,
Onu orkidenin yanına vardırdı hep.
Ve ızdıraplarına kaşın,
Karıştırmadı hiç su vereceği günleri
Ve şarkı mırıldandı ona
Yapraklarını ıslatırken,
hayranlıkla baktı;
Güneş ışıkları ile ne güzel sevişiyordu!
Kadınlığını anımsadı,
Islandı sebepsiz içi,
Hazdan öte bir şeydi bu,
Keşfetmenin yan etkisiydi sevgiyi!
Hiçbir zaman saymadığı günler
Geçerken peşi sıra
Arada o kadar telaş yaptı ki
Hava kapalıysa mesala
ve şimşekler çakıyorsa göklerde,
Hemen yanıbaşına seğirtti.
Misal kahve yaptı keyfince,
falına baktı,
Kırlarda dolaştırdı
Ve dahi dağlarda raks ettirdi,
Yine güneşle evlendirdi gönlünce!
Hele bir de pencere aralıksa,
esinti vurup da oynatırsa dalları,
Sevindi diye sevinip türküler söyledi.
Bir masal olsaydı bu hikaye,
Melike’nin orkidesi dile gelseydi eğer,
O da konuşurdu elbet sahibiyle,
Nameler gezinirdi dilinde.
Sonrasında,
Hakikat onu yine,
Şiddetiyle boğdu zalimce...
Sarhoş bir karaltı, geçmişken
Arkasından
Yatacağını sanmıştı lakırtısız,
lakin geri döndü doğruca
Hırıltısıyla kustu kelimeleri:
"Sefilliğin tiksinti verirken zaten,
Şimdi de deli oldun,
Çıkarmalı bu zehri senin zihninden,
söküp atmalı şu faili,
En derin kökünden!"
İlk defa karşısına dikildi kaderin,
İradeden ziyade delilikti bu bildiğin!
Gözlerinin içine baktı tüm nefretiyle
Ve kadim vahşiliğin şiddetiyle,
Bağırdı nefesi yettiğince.
O an cevabı belliydi
malum sorunun:
Vardı
Ve
ağırdı yoklukluktan cismi!
Sarhoşluğun deli kuvveti geldi zalime,
Sarıldı narin boynuna,
savurdu adeta bir bohça gibi öteye.
Şimdi ellerindeydi zalimin,
beyaz, mor rengi güzelliğin kökleri.
Yere atıp basacakken tam üstüne,
Fırlayıp sarıldı bacaklarına,
Bırakmayacaktı hiç hesapta,
Lakin şimdi üstteydi canavar,
Mengene gibiydi ölümün elleri
Ve can çıkana kadar gevşemeyecekti!
Düşündü nefesi tükenirken,
Böyle mi bitecekti yaşam?
Azrail dediğin bu muydu,
yani eril?
O zaman demeli ki
Acınasıymış rabbin işleri!
Ama... peki ya orkide?
Karar verdi birden,
Terli beden ve ceset gibi kokan nefes alamayacaktı canını,
Çırpındı,
Vazgeçmedi!
Elindeydi işte Orkide'nin saksısı.
Ne yaptığını bilmeden savurdu
Ve düşünmedi gerisini.
Leş kokulu nefes dağıldı gitti,
Sıcak ve yapışkandı kan fışkırdığında,
Meğer ne çok kanarmış, insanın kafası.
Üstündeydi artık cesetin,
hatun kişiyken,
Eril kılmıştı ölümü,
Ve demeli ki
Veremeyeceği hesabı yoktu.
Lakin nefes bedenine fazla geliyordu artık,
Meftanın yanına yığıldı,
Ve yaprakları orkidenin
Etrafa uçuştu.
Bir düştü artık sonrası,
Bir doğumdu mesela,
Bebek kokusu burnunu sızlatıyordu,
Anne diyordu hemen yeni doğan.
Emziriyordu onu.
Sonra bilinmez neden,
Uçuşan Orkide yapraklarından
bir beşik yaptı.
uykusuyla huzur bulup bebeğin
Süzülüp giderken yanıbaşından,
"Elveda güzellik" diyordu,
"Beni iyi hatırla,
Ve sadece sev."
Elinde bavul, kapının önünde...
Düşünmedi artık fazla,
Derin bir nefes aldı ve adımını attı dünyaya.
Anlamıştı çoktan,
Orkidenin renkleriyle bezeli
Varlığın dehlizleri derindir
Ve de
Çok ötedir,
yokluktan.