Tanrı'nın cennetinde, adaleti sağlamaktan sorumlu bir melek varmış. Ancak cennet sakinleri bir gün bu meleğin onlara çok ağır bedeller ödetmesinden şikayetçi olmuş. Tanrı, cennetinin sakinleri için mutlu bir yer olmasını istediğinden meleği, cennetten kovmuş.
Cennetten kovulan melek dünyaya düşmüş. Dünyada canı sıkılır bir vaziyette gezinirken bir oğlana rastlamış. Oğlan, yerde kanlar içerisinde yatan babasının baş ucunda göz yaşı dökmekteymiş. İnsan suretinde olduğundan meleği garipsememiş. Haydutların at cambazlığı yapan babasını yaraladığını söyleyerek ondan yardım istemiş.
Melek, ölmek üzere olan adamı kurtarabileceğini söylemiş. Ancak tek bir şartı varmış. Babasının hayatı karşılığında oğlandan tüm duygularını vermesini istemiş.
Oğlan, geriye tek kalan yakını babası olduğundan yalnız kalmaktan korkmuş ve meleğin teklifini hemen kabul etmiş. Melek söz verdiği gibi oğlanın babasının sağlığını geri getirmiş. Oğlana, ertesi sabah uyandığında artık duygularının olmayacağını söylemiş ve oradan uzaklaşmış.
Ertesi gün oğlanın babası cambazlık yaparken attan düşmüş ve hayatını yitirmiş. Ancak oğlan duygularını çoktan yitirdiğinden bu sefer hiç üzülmemiş. Hayatına tek başına devam etmiş. Vakti geldiğinde de tek başına veda etmiş.
Bu temeli çok eskilere dayanan hikâyeyi çok severim. İnsanların o zamanlardan hayatın dinamiklerini bizden daha iyi kavramış olması etkiler beni. Gerçek yaşamda başımızdan geçen tecrübelerin kısa bir özeti gibidir bu hikâye.
Sıklıkla insan ilişkilerinde karşımıza çıkar bu durum. Kötü bir şey tecrübe ettiğimizde bunun nedenini kendimizde ararız. Sorunu da genelde bizi zayıflatan duygularımızda buluruz. Bir dahaki sefere bu kadar duygusal davranmayacağımıza dair kendimize söz vererek ilerleriz. Ancak hiçbir şey değişmez. Daha az duygusal olmak hiçbir şeyi çözmez ve yine yalnız kalırız. Sadece başımıza gelenlere daha az üzülürüz. Sonuç olarak tıpkı hikâyedeki oğlan gibi hem duygularımız hem de sevdiklerimiz elimizden alınmış olur.
Bir inanışa göre bahsi geçen melek halen yeryüzünde gezinmektedir. Bu sebepten hayatın bizden aldıkları ve karşılığında verdikleri hiçbir zaman adilce olmaz.
Bir başka inanışa göre hikâyedeki Tanrı, aslında şanstır. Tanrı'nın cennetindeki kişiler bu dünyaya talihli gelmiş kişilerdir ve adalet meleği onlara işlemez. Talihiyle arası bozuk insanlar ise bu melekle anlaşma yapmaktan her zaman kaçınmalıdır.
Bence de aynen böyle. Başından kötü şeyler geçen kimseler bu tecrübelerden ister istemez eksilerek çıkacaktır. Ancak kaybettikleri şey güven, sevgi gibi duygular olduğunda adalet meleğinin eline düşmüş olurlar. Bu melek, hem sizden aldıklarıyla sizi yalnız kalmaya mecbur etmek hem de hayatınızın geri kalanından alacağınız keyfi bitirmek ister. Karşısında yapabileceğiniz tek şey ise hiçbir şartta duygularınızdan, kendinizden vazgeçmemektir. Bu meleğin eline çok defa düşmüş birisi olarak size verebileceğim yegane tavsiye budur.
Eğer tamamen vazgeçmiş olsaydım belki bugün, bu yazıyı yazmaktan keyif almıyordum.
Hoşuma giden şeyleri düşündüğümde gülümseyemezdim.
Yataktan kalkacak gücü bulamazdım kendimde.
Hatta belki bugün burada bile olmazdım.
Tanrı'nın cennetinde olamayacak olsam da hayata tutunduğum yerde, yukarıdan bana gülmelerini istemiyorum. Elimde son kalan ve benim olduğundan emin olduğum tek şeyden vazgeçmeye niyetim yok. Hayata bir başkası olarak tutunmaya çalışmak yerine kendim olarak veda etmek istiyorum.
Aynı amacı fark ettiğim insanlara da ister istemez saygı duyuyorum. O melek affedildiğinde ve cennete geri döndüğünde ilk bahsedeceği insanlar bizleriz bence. Bizleri cennetine almayan Tanrı'ya verilebilecek en güzel cevap da budur bana göre.
Mephistopheles'e sevgilerle...