Bugün de, her gün olduğu gibi, düşünmek için çok vaktim oldu ve bugün de, her gün olduğu gibi, hiç düşünmedim. Düşündüğüm zaman düşünmediğimi düşünüyorum ve belki de düşündüklerim düşünüldüğünde, düşünmemiş olmaktan korktuğum için düşünmüyorum. Bilemiyorum. Her gün bir adım çıkıp, iki adım düşüyorum. Düştükçe de daha çok üşüyorum ve biliyorum ki, bu merdivenler, ne kadar düşersem düşeyim, hiçbir zaman zemine varamayacağım kadar derin. Eğer bilmeseydim, belki düşmekten zevk alırdım; en baştan başlayabileceğimi bildiğimden.
Oysa fırtınalı bir günde, Karadeniz sahilinin sert kumlarına yazılmıştı bidayetim. Yazıldığı gibi de gömüldü kalbim kadar sert ve parça parça kumların arasına. İnce ve zehirli bir sıvı gibi inmeye başladı yerkürenin merkezine doğru, sıvışarak o kumların arasından. Fazla gidemeden denize karıştı ve yaratılmışlara alıştı. Solungaçları olmasa da yaşadı. Cahildi. "Cahilken ölünmez" diyordu. Cahilliğinin biteceği günün, öldüğü gün olacağını biliyordu ve bundan korkuyordu.
Artık yaşayan ve kaybolan bidayetine ulaşamayan bu aciz beden, merdiven boşluğuna atmaya hazırlamıştı kendini ki, sonra durdu ve düşündü: "Eğer atlamam gerekiyorsa daha yukarıdan atlamalıyım ve eğer atlamam gerekmiyorsa, daha yukarıda olmalıyım." Sonra bir merdiven daha çıktı..