Hissetmenin ne olduğunu kavrayamam.

Penceremde çelikten bir perde var.

Yalın bir ruh var omuzlarımda.

Hiçbir duyguyu örtünmez.

Mahremi yoktur.


Bu yüzden sen

Yıllar önce, bana ihanetin duyguları nasıl doğradığını anlattığında, kasabın çengelinde derisi yüzülen kuzuyu düşlemiştim.

Hainin kasapla ne ilgisi var?

Bir eylem bıçakdan daha derin nasıl keser ?

Canın ateşi daha mı farklı ateşten?

Seni saatlerce dinledim. Anladım, kavradım da seni.

Ama hissetmedim.

Kırılma ne olur? Kırılsan da anlamam çünkü.

Beni anlamadığım işlere sürükleme.

Nasıl hızlıca boşaldı gözlerin...

Sesin kör bir testere gibi, yorgun, boğuk...

Oyuyor yerini ama layığınca doğrayamıyor.

Dilinden parça parça kan düşüyor

Bakışın, ölümün ardında kalan yaşamı gözlemesi gibi....

Dehşet içinde fakat kırılgan, korkunç da üstelik. Tüm olmuş olana nefretle, olacak olana hasetle ve kapkaranlık düşlüyor kavrayamadığını.


Nasılda soğumuş bedenin.

Buz içinde kalmış taş parçası gibi durgun, sert.

Ama içindeki kor hala tutuşmayı umut ediyor.

Ne kadar umut varsa canı cehenneme.

Seni günlerce dinlesem, yıllar boyu senin anlamını sırtlasam, bir hamalın kûfesini sırtlamasından daha yorgun düşer miyim?

Öyle ya !

Bir kayayı sırtlamak ne kadar farklıdır

Kırık düşlerini sırtlamaktan.


Kalk hadi

Çünkü ben kaldıramam

Düştüğün yerden seni.

Bu hisler, bu dövülmüş ruh, bu yorgun hayvan

Ana rahmi gibi uzanmamalı toprağın bağrına

Kalk,

Göğün kandilinden daha yüksek

Cehennemden daha derin

Yüreklerde dağıl.

Çünkü bu eksiliş

Öylesine soğuk öylesine ağır