Doğduğumuz günden beri her gün binlerce reklama maruz kalıyoruz. Hayatımıza her an bize daha iyi hissettireceği iddia edilen ürünler giriyor ve artık bu yüzyılın insanları olarak bu kadar eşyanın gerçekten bizler için bir ihtiyaç olup olmadığını sorgulamıyoruz; alıştık. Tüm bu eşyalar, tüketim çılgınlığı, arzuları her gün biraz daha fazla eşya alarak tatmin etmeye çalışmak söylenildiği gibi bizi daha mutlu ediyorsa neden içimize dönüp baktığımızda karşımıza çıkan ilk şey mutsuzluk ve doldurulamamış boşluklar oluyor?
Minimalist bir yaşama geçen ve bu konuda yazdıkları kitaplarını tanıtmak için 10 ay sürecek bir yolculuğa çıkan Joshua Fields Milburn ve Ryan Nicodemus'un insanlara mesajlaşlarını ulaştırmaya çalışmalarıyla başlayan belgesel, minimalist yaşamaya başlamış ve ihtiyacı olduğunu sandıkları eşyaların aslında ne kadar gereksiz ve fazladan olduğunu fark etmiş kişilerin tecrübelerini de aktarıyor.
İçinde bulunduğumuz ve artık bize sıradan gelen bu tüketim çılgınlığı hem dünyaya hem de insanlığa ciddi zararlar veriyor. İnsanlar kendi tarzlarını kanıtlamak, arzularını tatmin etmek ve mutlu olmak için dolaplarını, evlerini, kendilerine ait her türlü yaşam alanını hiç ihtiyaç duymadıkları onlarca eşyayla dolduruken dünyaya düşense tüm bu çöp yığınlarıyla mücadele etmeye çalışmak oluyor. Öte yandan kendilerini kanıtlamak için eşyalara bürünen insanlık kendini kanıtlamak, karakterini ve tarzını ortaya koymak bir yana aldığı bütün eşyaların altında kalmış ve artık görünmez olmaya başlamış bir varlığa dönüşüyor. Normal olduğunu sandığımız, belki de aksini söylemenin ve kabullenmenin zor olduğu bu yaşam biçimi hem dünyayı hem de o dünyada yaşayan tüm insanları etkiliyor. Dünya her gün yok olmaya biraz daha yaklaşırken insanlarsa artık karakteriyle var olabilen kimseler değiller; üzerine onlarca eşya asılmış bir askıdan farkımız yok. Artık var olan şey bizler değiliz; belki aldığımız son model telefon, belki dolabımıza astığımız on ikinci elbise, evimize aldığımız beşinci yemek takımımız, yenisi çıktığı için biraz önce attığımız ve internetten yeni modeline bakmaya başladığımız televizyonumuz... eşyalar, insanlar değil.
İçinde bulunduğumuz bu sistemin kazananları ne dünya ne de o çarkın dönmesini sağlayan tüketim toplumu. İnsanların hissettikleri boşlukları doldurmak için mağazalara gittiklerini ve elleri dolu fakat boşlukları biraz olsun dolmamış vaziyette geri döndüklerini itiraf etmesek de biliyoruz.
Bu belgesel ise, tüm bu gerçekleri daha somut bir şekilde görme olanağı sağlayan ve insana bulunduğu durumu sorgulatan, insanların ne kadar korkunç manzaraları normalleştirdiğini gösteren bir yapım olmuş.
Son olarak belgeselden ufak bir alıntı:
"... artık bir çoğumuz rahata düşkünlüğe ve tüketime tapma yolundayız. İnsanlık kimliğimiz, artık ne yaptığımızla değil, neye sahip olduğumuzla ölçülüyor. Ama şunu keşfettik ki, bu eşyalar, bu tüketim malları hayatın anlamına ulaşmamıza yardımcı olmayacak. Biriktirdiğimiz eşyaların, hayatımızdaki o amaçsız boşluğu dolduramadığını öğrendik."