Çocuktum henüz
anlattı dedem
zulümlerden arta kalanları.
İki kardeşi vermişti
parmak sayılarından çok yeğen.
Sımsıkıydı yumruğu
ve gözündeki yaşı kurutmayan intikam yeminiydi.
Öğrenmiştim,
Sınıfsaldı her şey
ve ilk dersini devlet dersinde almıştım ötekileştirilmenin…
Kanlar sokaklara akıyordu belli sebeplerle
ve Sur’du sokaklarımın adı.
Bir yanım kederli
bir yanım zılgıtlıydı dilsizliğimin.
Dinmezken içimdeki ateş
kulağımdaki çaresiz halkımın sesiydi…
Karanlıktı,
kabuk bağlardı binlerce kez yakılmış meşe ağaçları
kaç arkadaş dokunmuştu parmak uçlarıyla
bilsen kaç yoldaş…
Oysa kanlıydı dövüşmek,
bir o kadar meşakkatli.
Dağlarımdaydı zulüm
ve şehrimin tam içinde.
Bugüne gelirken kaç baba,
kaç bacı kardeş
kaç dost
ve ellerinde cesur yüreği kaç beden vermiştik.
Vermiştim halkımı
vermiştik işte toprak altına…
Bir hiç uğruna mıydı sence diyor haykırışım
bir hiç miydi yaşananlar?
Düşün Taybet anayı Silopi’nin ortasında
bedeni kaskatı
avuç içinde toprak
Dilinden dökülen son kelimeydi “ edi bese!”
Ceylanı Düşün annesinin eteğinde toplanmış paramparça bedeniyle,
tanı Uğur’u sırtında dokuz kurşun
bedeninde on üç daha onikisinde…
Düşün de bir hiç olmadığını anla dilinden dökülen anadilin isyanını.
Cemile’ye yakılan ağıt hala kulağımda
üç gün oldu bedeninin buzdolabında bekleyişinin.
Büyüyememiştiler,
henüz devlet dersindeyken öldürülmüştü çocuklar.
Görmüştüm;
sınıfsaldı her şey,
biz Kürt’tük
ve ben de İlk dersimi devlet dersinde almıştım ötekileştirilmenin…