Bir sabah uyanıyorsun. Uyandığın gibi komodinin üstündeki sigara paketinden aç karnına bir sigarayı tüketiyorsun. Ama karnının açlığı asla umurunda değil. Dünden ve önceki günlerden yıkamaya bile tenezzül etmediğin çorba kasesinin içine paketten mısır gevreğini döküyorsun. Üstüne, evden gereksiz bir acele ile çıktığın için ağzını açık bırakıp gittiğin paketten sütü aynı monotonlukta kaseye döküyorsun. Acele içinde yüzünü yıkayıp ardından çoraplarını, gömleğini ve ütüsüz, kırışık pantolonunu giyip sokağa atılıyorsun. Her sabah aynı sokakta, aynı kafede, aynı masada ve aynı sandalyede içiyorsun kaşıklarca atıp da tatlandıramadığın kahveyi. Bir uykudasın ve bol kafein de yetmiyor uyandırmaya seni. Alışıp gittiğin düzensizlik içinde bir düzen ile yaşıyorsun. Kahveni bitirip masaya bıraktığın kahvenin ücreti kadar bir değerin var, kahveyi sana getiren garson ve garsona ay sonu maaşını ödeyen patron için. 

Bir şeylerle uğraşmaya mecbur olduğun yere gidiyorsun, insanlar bir şeylerle meşgul ama sen o sırada sokağa çıkıp eve dönmeyi bile hiç istemiyorsun. Olabildiğince uzağa daha uzağa gidiyor gözlerin. Ufkun çizgisinden ya da bulanık bir boşluğa takılı kalmışsın. Sana verilen vazifeleri yerine getirmek mecburiyetindesin. Kimse senin ne düşündüğünü, ne düşünmek ve ne yapmak istediğin ile ilgili bir fikir sormuyor, sen de sormuyorsun. Yitik bir düzenin içinde erişi ve eriyişini meraksız gözlerle izliyorsun. Giderek hissizleştiğinin farkına varıyorsun ve buna müdahale etme isteği doğmuyor içinde. Yaşadığın düzen içinde noksan bir şeyler var aramaya cesaretin yok, mücadele isteğin yok. Sadece yaşamak dediğin bu oyunda bir piyon olmaya mecburlaştırılıyorsun. İnsanlara bakıp meşgul oldukları şeylerin asla ilgini çekmeyen geçici bir heves yığını olduğunu bildiğin için asla ikinci kez kafanı çevirip merakla bakmıyorsun. Bütün gün bir sessizlik içinde kendi kırık aynanın karşısında kendini izliyorsun, belki asla bir şey düşünmüyorsun. Belki de bir yerlerde kaybettiğin o mücadeleyi bile merak etmiyorsun. Fırtınaya kaptırdığın ve asla bir daha okuyamayacağın bir mektup gibi uçup giden heyecanını hiç beklemeyeceksin. Derin bir uykudasın gözlerin açık, bunun farkındasın. Ama asla müdahalesi olmayan bir uykuda, bir kabusun ortasında saplanıp kalmışsın. Bütün kabusların aynı. Yaşamak ve yaşayamamak üzere bir tercih şansın bile olmamış. Önüne yığılan, onların tercihleri olan şeylerle yaşamaya mecbursun. Evet, asla kabul etmiyorsun ama boynunu yerden kaldıramıyorsun.

Akşam oluyor. Hep gittiğin lokantada yemeğini yiyorsun aksi hâlde eve gidip aynı masada, aynı kasede bir çorba içiyorsun. Aynı bardağa koyduğun suyu içiyorsun. Gece yatmadan evvel artık ezbere bildiğin kitaplara göz gezdiriyorsun ya da çok fazla zaman içinde kılıfını asla değiştirmeye vakit bulamadığın yastığına kafanı koyuyor ve duvardaki o çatlağı seyrediyorsun. Daha önce alışık olduğun, düşündüğün düşünceler geliyor aklına.


Her geceki gibi saatlerini onlarla harcıyorsun. Kurtulmaya çalıştığın zamanlar olmuştu. Kurtulamadığını kabullenmeden çok zaman önce. Tek kelimelik bir hayat yaşıyorsun, bildiğin tek bir kelime var, aklından asla çıkmayacak olan tek bir kelime “Bugün”. “Dün” ile ettiğin mücadeleyi “yarın” ile kaybetmişsin. Bu senden başka kimsenin ilgilendiği bir durum değil. Sen var olan bütün zamanı bugün ile harcamaktan ibaretsin. Sayısız insan ile aynı mücadeleyi veriyor olduğunu bilsen bile bu senin asla ilgilendiğin bir şey olmadı. Sen kendi çürüyüşünü izlemekle yetinen bir varlıksın. Çürüyüşünü izlemek, belki de çektiğin acıyı hissetmek sana sadistçe bir haz yaşatıyor.

 Alışamıyorsun kendi hâlinden başka hiçbir şeye. Tutunamadığını bildiğin için mecbur kaldığın bir fanusun içindesin. Bir balık gibi. Asla solungaçları olmamış bir balık gibi. Nefes alamıyorsun. Suyun üstüne çıkamıyorsun da üstelik. Ölmek üzere olduğunu birilerine anlatma çaban da kalmamış. Başka bir yaşam arzusuyla yaşıyorsun ama asla alışık olduğun memnuniyetsizlikten uzaklaşamamışsın. Başka bir yaşam fırsatı bulsan da asla öğrenemediğin bir yaşamda yaşama cesaretin de yok üstelik. İstemediğin yaşamda seni yok edebilecek bir düşmanın bile yok. Biliyorsun aslında olmayacağını da. Herkes kendi kulvarında mağlup, onlara da bu gözle bakıyorsun. Galip gelme isteğin yok, bir heyecan yaşama arzun kalmamış. Artık ifade edebileceğin bir şey yok. Bir arzun yok. Bir düşmanın yok. Bazen pencereni açıp izlediğin gökyüzünde hiç durmadan ilerleyen bulutları seyrediyorsun. Güneşli günlerde asla bir umut doğmuyor içinde. Sigaranı yakıp aklında hiç ilerlemeyen bir zamana takılı kalmışsın.

Ertesi günlerin bir anlamı olur ümidi hiç taşımamışsın. Kendi yıkıntıların içinde yaşamaya alıştın artık. Saatin ilerlemeyen tiktakları senin için bir şey ifade etmiyor.