Renklerin tonu ruhunu yansıtıyordu. Askılardaki kıyafetlere teker teker bakıyor, dikkatini
çekenleri alıp, evire çevire inceliyordu.
Tahminime göre en az yetmiş beş yaşında vardı. Hemen çaprazımdaki yazlık elbise ve
eteklerin olduğu bölümde, elindeki beyaz emprime kumaş üzerine mor çiçekli, askılı elbiseye bakıyordu.
Sarıya boyalı saçlarına, minik taşlı kelebekler iliştirmişti. Boncuk gibi pırıl pırıl mavi gözleri rimelliydi. Kırmızı oje sürülmüş uzun tırnaklı elleri, zarif hareketlerle giysiler
üzerinde geziniyordu.
Her tarafından hayat fışkıran bu kadını ilk fark ettiğimde, elimde lacivert, düz bir penye
vardı.
Yarı yaşında olduğum kadın görüp de kınayacak korkusuyla çabucak yerine bıraktım.Kıyafetlere bakıyormuş gibi yaparak alttan alta kadını incelemeye devam ettim. Rengârenk çiçekli, uzun, yırtmaçlı bir elbise giymişti. Sanki baharın bütün canlılığı üzerindeydi. Derken bakışlarım aşağıya, ayaklarına doğru kaydı. Bu kadarı fazlaydı artık. Parmak arası parlak taşlı sandaletleri ve ojeli tırnaklarıyla, ayakları nice genç kadına parmak ısırtacak kadar bakımlıydı.
Fenalık gelmişti artık. Gayriihtiyari elimdekilere baktım. Biri gri, diğeri siyah iki penye!
Bunları ne zaman seçmiştim, bilmiyorum. Ruhumun aynası ellerimdeydi. Onunki de tabii…
“Yaşarken ölmüşsün, haberin yok kızım!” diye içlendim. “Bak da feyz al biraz. Kaç yaşında ama cıvıl cıvıl hâlâ.”
Sonra bahaneler arayarak, “Çok çektim çok! İçim çürüdü!”, “Beni bu hâle getirenler utansın.” gibisinden söylenmeye başladım.
“Hadi oradan! Kaçış kolaydır hep.”
İrkildim. Bu da neydi şimdi? Sanki bu asil, kendine güvenli görünen kadın, ruh hâlimi
anlamıştı da konuşmuştu. Panik içinde kadına baktım. Seçtiği giysilerle meşguldü ve kimseyle ilgilenmiyordu.
Zaman zaman kendime itiraf ettiğim, arkadaşlar arasında da dile getirdiğimiz boş vermişliğe karşı isyanım dile gelmişti. Nasıl gelmesin. Dimdik, hayata sıkı sıkı tutunmuş bu hanımefendiyi kim görse imrenir hatta kıskanırdı. Ben ne yapayım?
Usulca o tarafa doğru yürüdüm, neler var bakayım diye. Aman Allahım! Parlak kumaştan
bluzlar, etekler, daha neler neler… Yok, giyemem bunları.
Boynumu bükerek mağazadan çıktım. Spor ayakkabılarımla hızlı hızlı metro durağına doğru yürümeye başladım. Bir yandan da kendimi teselli ediyordum:
“Bu şekilde giyinmek zorunda değilsin. Ama önemli olan her şeye rağmen hayattan kopmamak, mücadele etmek. Eh biraz da bakımlı olsan fena olmaz doğrusu.”