Annemin günaşırı suladığı çiçekleri çocukluğumdan beri hep mor menekşe. Asla pencere boyuna ulaşmayan boyu ve kendinden başka kimseye vermediği kokusu. Mutfak penceresi önünde nefes aldıran bir anne eli olarak hep yeri annemin yüreği. Onu sulamak, onunla konuşmak evimizin anne görevi, annem onlarla geçirdi ömrünü. Saksıları değiştirmek, topraklarını yenilemek ve elinde suyla dolu bir sürahiyle salına salına perdeleri çekişi. Bu yüzdendir ki “mor”, bizim evde aile geleneği.


Halide Edip’in kitapları, Raskolnikov’un iç dünyası ve bacadan inen yağmur suyu hep mor bizde. Annemin göz rengine baksanız, kahveden başka bir renk göremezsiniz ama eminim babamın gözleri maviliğin alacalığı değil de, morun sevimliliği. Kız çocuğunun kaderi annesinin mor renkli bir fırçayla tuvalde resmettiği, babası gibi bir adama tutunmak isteyişi salkımları mor olan bir evin tarihçesinde gizli. Annem, babamın en sevdiği poğaça-börekleri hep bir mor leğende yoğururdu, pişince yine mor rengindeki mutfak dolaplarında saklardı. Misafir gelince ortaya çıkan çaydanlık takımları hep morun değişik tonları.


İlk şiirimi kaleme aldığım yıllar bir sıralama yapılsa mor ötesi yıllara denk gelir. Başlığı için çok düşünmemiştim sanırım, çünkü sabahın en erken saatlerinde koyun sürüleri geçerken salonun penceresinden izlerdim en arkadaki mor damgalı kuzuyu. Gün doğumları da gün batımları da mor menekşe rengindeydi bana kalırsa, neden mi? Çünkü o zamanlar annemin tek mor renkli çocuğu bendim.


1, 2, 3... sıralandık yıl aldıkça. Daha çok kırmızı ve mavi arasında sıkışıp kalmış bir kardeş döngüsüydü bizimki. Bir büyüktü, kırmızı olmalıydı ama annesinin elleriyle mora tabi oldu. İki numara öfkeli ve merhametli bir Avengers kahramanı, onun rengi başında kırmızıydı; nedense maviye tutuklu kaldı. Üç numara bilinmeyen bir köyün kavalcısı gibi tüm fareleri kovdu attı, bir maviydi aslında doğduğunda, büyüdükçe allaştı.


Şaşmaz denge, bıçak sırtında bileyen bir şeytanın boynuzları. “Var mısın yok musun? İki gözüm, eminim, sen yoksun. “ diyor ya mor ve ötesi. Bunlar başka cambazlık oyunları.


Ellerinden tuttuğum tüm dostlarım mor tırnaklı. Gömülüp de ölmeyen bir ölü bedeni. Toprağın altında kalmış ama bozulmamış bir ruhun ayna karşısında mor renkli ekhosu. 

Ses yansıması ve bir aksi seda hepsi. Mor rengin lügatta olmayan karşılığı.


Günün tam ortasında yıkık dökük bir okuldan kaçıp geldiğim gerçeklik annemin bana öğretmediği diğer renklerin yağmurdan sonrası. Alfabe mor renkle başlamadı anne, ilk öğretmenim sendin, ilköğretim öğretmenim “A” dedi. Bilmediğim şeylerin içinde formüllerle boğulacağımı yedi yaşım bana öğretmedi ama bilip de bildiğimi söylememem gerektiğini eski bir öğretmen masası önünde tek ayak üstünde mor renkli tebeşire bakarken öğrendim.

Elime “Suç ve Ceza” yı tutuşturdukları gün Rusya diye bir ülkenin haritada mor renkle gösterildiğini, okumayı söktükten sonra öğrendim. Sanırım tarih mor menekşeden bir takvim yaprağıydı, öğretmen koparır, arasına sıkıştırırdı.


Peterbursg’un sokakları yağmurlu; cinayet işlemek için de aşık olmak için de mordan çok sulu. Ama eminim orada da gün doğarken etraf önce mis gibi bir menekşe kokusuyla dolup taşıyordur ve herkes uykuda olduğu için kimse duymuyordur, sonrasında bir renk cümbüşü güneşi göstermeden gözlere moru seriyordur ortaya. Annemin çiçekleri gibi. Kısa bir an. Ama olan.

Yağmurlar Raskolnikov’un evinde de Mor Salkımlı Ev’de de bacadan aşağı süzülüp tavanı ve duvarı mora boyuyordur. Akşam saatlerinde yazı masasının üzerinde duran Tolstoy metinleri eminim mor mürekkep içinden çıkmış bir ilhamın ürünleri.


Herkesi affedebilirim, annemin mor menekşe çiçeklerinden bir pencere önü yaparlarsa kendilerine, herkesi affedebilirim.


Sizi affedebilirim, mor renginde mektuplar yazıp bana var olmamış kaf dağına mor renkten bir baykuş yollarsanız, sizi affedebilirim. 


Annem kadar menekşeleri çok sevebilirsem, kendimi affedebilirim.


Bana bir şiir yazıp bileklerinin kokusunu menekşelere verirsen, seni affedebilirim.


Yağmurları al, denizleri al, göğü al. Hepsinin rengini mor rengine bulandırıp tekrar yerine bırak. Şiirleri ancak öyle affedeceğim.


Annemin mor menekşe elleri ve annemin aşık olduğu babamın alacalı mavi gözleri.


”Aynı şey arasında seçim yapmaya zorlanmak, ölmekten başka nedir?“ diyor Nazan Bekiroğlu “Mor Mürekkep” kitabında.


Şiir. Deniz. Gök. Hepsi mor’dan. Seçim yapamam.


"Ölüm mü?

Mor sevdalı bir gelin uğurlaması." (Kadir Şişginoğlu)